13.07.2019
Gerçek bir adalet anlayışının temeli nedir ? Hatta daha temele inilirse adalet nedir ? TDK'deki anlamına göre "Yasalarla sahip olunan hakların herkes tarafından kullanılmasının sağlanması" şeklinde herkese ait gözüken bir hak olarak nitelense de gerçekten öyle midir ? Öncelikle kelimenin tanımına bakılacak olursa adaletin teminatının yasalar olduğu anlaşılmaktadır. Peki yasalar adaletin tecelli etmesi için gerekli olan ana unsur mudur yoksa asıl amacın gerçekleşmesi için bir araçtan mı ibarettir ? Aslında sorunun soruluş yöntemi bile cevabın aşikar olduğunu gösteriyor. Her ne kadar yönlendirme veya örtülü bir telkin çabası ile kelimeler kullanılmaya çalışılsa da insan zihni, eninde sonunda vicdanı ve gerçek adalet bilinci ile bu sorunun cevabını her halükarda bulacaktır. Ancak bu cevap da bir başka soruya mahal veriyor. Adalet gerçekten ne demektir ? TDK'nin tanımının bu aşamada tatmin edici olmaktan oldukça uzak olduğu aşikar. Öncelikle adalet, yasalarla sahip olunan hakları ifade edecek kadar basit bir mefhum olmamalı. Çünkü bu kavram, her ne kadar insanlar tarafından türetilmiş soyut bir kavram olarak görülse de insanoğlunun vicdan ve merhamet duygularının ihtiyacı sonucunda meydana gelmiş bir terimdir.
Adalet, yalnızca yasalarla temin edilemeyecek kadar mukaddes bir mefhum. Adaletin net bir tanımını yapmaktan kendimi alıkoyarak bu kavramı sözcüklerin sınırlı anlamları ile bir kalıba hapsetmek gayretinde değilim. Çünkü adaletin yerine göre, kişisine göre ve olaya göre her olayda tamamen farklı değerlendirilip ele alınarak en doğru netice ve karara ulaşılabileceği kanaatindeyim. Bu sebeple, adalet kavramının tek bir yasa ile herkese uygulanan kanun maddelerinden ibaret olmasını en azından bu kanun maddelerinin uygulanması konusunda hakimlere vicdani bir kanaat hakkı vermemesini de doğru bulmuyorum. Bu kavramın tecelli etmesi için gerekli olan en önemli unsur insan olmalı. Kanunlar, bilhassa hukuki uyuşmazlıklarda, mağdur durumda olan tarafı şekilcilik esaslarından biraz daha kurtararak vicdani bir hüküm tesis edilebilmesini de sağlayabilmeli diye düşünüyorum. Dolayısıyla usul kuralları elbette gerekli, fakat bir yerde adaletin tecelli etmesini engelleme niteliğini taşımamaları gerekiyor kanaatindeyim.
Hukukçu kimliğimle bu durumu değerlendirecek olursam; adaletin tecelli etmesi için şu anki yargı sisteminin güncellemelere ihtiyaç duyduğu benim için (yine hukukçu tabiriyle) her türlü izahtan varestedir. Bahsedilen evrensel adaletin yakalanabilmesi için çok daha az ve öz kanun hükümlerinin bulunarak hakimlerin, insanların ve diğer yargı mensuplarının vicdanına hizmet edecek bir yargı sisteminin gerekli olduğunu düşünüyorum. Fakat ne kadar insan odaklı bir sistem inşa edilirse edilsin sağlam bir denetim mekanizması olmadan bütün reformların etkisiz olacağını da belirtmek isterim. Bununla birlikte hakimlerin, şu anki sistemden çok daha farklı ve zorlu olarak etik, ahlaki değerlerle donatılabilecek şekilde yorucu olmakla birlikte bir o kadar da bezdirici bir hazırlık sürecinden geçmesi gerektiği kanaatini paylaşıyorum.
Bu cümleleri yazarken fikirlerimin özgün olmadığını ve birçok insan gibi bu düşünceye sahip olmaktan da mutlu olduğumu belirtmek isterim. Çünkü adalet denen kavramın birçok insan tarafından aynı hissiyatları uyandırması, aynı insani vicdana ve merhamete hizmet etmesi gerektiği düşüncemi yine tekrarlamak istiyorum. Fakat bu vicdan ve merhamet anlayışının hakim ve diğer adalet mensupları tarafından tamamen idrak edilmesi için yorucu ve zor bir hayat sınavına tabi tutulmalarının elzem olduğunu da belirterek şimdilik bu yazıma nokta koymakla yetiniyorum.
14.07.2019
Böylesine önemli bir kavramın dillere pelesenk olması, ona saraylar bahşedilmesi ya da farklı yöntemlerle tecelli etmesinin temenni edilmesi tek başına yeterli olmuyor gibi gözüküyor. Maalesef bu konuda hem halk olarak bizler hem de aydın olarak nitelendirilmiş ancak yine tanımları ve kimlerden teşkil edildiği müphem olan bir diğer insan topluluğunun bu kavramı yeterince idrak etmek istemediği kanaatindeyim. Hepimiz, canımız yandığında adaletin öneminden dem vuruyoruz. Ancak adalet anlayışına sahip olmak yeri geldiğinde kendi canımızın yanmasını dahi göze alabilmek değil midir? Hatta şu anda yaptığım gibi bu konudan dert yanıp kendi lehime bir adaletsizlik ile bir hak ya da imtiyaz elde etmiş olsam hala bu kadar asil davranabilir miydim acaba? Bu soruya birçoğumuz, normal şartlarda şüphesiz eşit davranılmayı tercih edeceğini belirtecektir. Ancak fiiliyatta fark edilebileceği gibi hepimiz, işimizin daha önce ve daha hızlı şekilde halledilmesi durumunda kendimizi her zaman ayrıcalıklı hissettiğimiz için bu asil düşüncemizden bir süreliğine vazgeçebiliyoruz.
Adalet kavramı, böylesine önemli ve soyut olması sebebiyle her şeyden önce insanların vicdanına hükmetmesi gerekir. Önemli olan yasalar değil, adaletin kendisi ve koruması gereken insanlar olmalıdır. Peki bu nasıl temin edilebilir? Mevzuatın sadeleştirilmesi gerektiğini önceki yazımda ifade etsem de bu konu oldukça detaylı bir çalışma gerekmektedir. Sürekli değişen kanun hükümleri ve ihdas edilen mevzuat hükümleri, insanların kafasını ne kadar karıştırırsa, sisteme karşı güven sorunları da doğru orantılı olarak artış gösterecektir. Bu yüzden uzun bir süre alacağı bilinse de, meclisteki milletvekillerinin tek çarelerinin belirli bir noktada uzlaşmak olduğunu fark etme aşamalarına kadar bu süreç devam ettirilmelidir. Tabi bu konuda tarafların iyi niyeti ve gerçek anlamda sonuca ulaşma istekleri de dikkate alınarak süreç yönetilmelidir.
Bir diğer önemli adım ise, mevzuat hükümlerini icra edecek olan adalet mensuplarının hazırlanması aşamasıdır. Bu işin temeli ise, her meslek grubunun kendi mesleklerindeki hukuki eksikleri ifade etmeleri için uygun bir temsil ortamının yaratılarak diğer adalet mensupları olan meslek gruplarından da birer temsilci ile bu kurullarda tavsiye niteliğinde görüşler verilmesi için bulundurulmalarıdır. Meslek kurullarının önerileri bağlayıcılık ifade etmeyecek olsa da mesleki tavsiyeleri değerlendirme altına alınmalıdır. Böylece ilk aşamada; bu tür kurullar, yasa tasarılarını kendi bünyelerinde hazırlayarak meclise verilen taslak kapsamında kanun koyucunun çalışmalarının tamamlanması için öneri sunmalıdır. Fakat burada meslek kurullarına belirli bir süre zarfı tanınarak gerekli sürecin belirlenen bir takvimde tamamlanabilmesinin temin edilmesi gerekli olacaktır. Tabi hazırlanan taslakların ana mevzuat ile çatışmayacak şekilde tatbik edilmesi için gerekli denetlemeler ve kısıtlamalar bir aşamaya kadar yapılmalıdır.
Yargı mensuplarının kendi bünyelerinde ve diğer meslek mensupları ile fikir teatisi sonucunda karar aşamasına gelindiğinde ise tasarı, yasama organı temsilcileri de toplantıya dahil edilerek incelemeye alınmalı ve tasarıya son şekli belirli süzgeçlerden geçirildikten sonra verilmelidir.
Yasalar ne kadar verimli olsa da önemli olan onları tatbik edenlerdir. Dolayısıyla burada hem avukatlara, hem savcılara hem de hakimlere büyük bir iş düşmektedir. Yargı mensuplarının seçilmesi aşamasında, hem avukatlık hem de savcılık ve hakimlik mesleklerinde bir süzgeç sistemi meydana getirilmelidir. Hukuk fakültesini bitirerek sınava girmenin, tek başına hakimlik veya savcılık gibi bir mesleği yerine getirmek için yeterli olmadığı dikkate alınmalıdır. Dolayısıyla bu konuda atılabilecek en iyi adım; bu meslekleri yapabilmek için avukatlıkta belirli bir kıdem süresinin zorunlu tutulmasıdır. (*)
Avukatlık mesleği açısından ise, hukuk fakültesi sonrasında, tıp fakültelerinde olduğu gibi uzmanlık sınavı konularak belirli bir branşta uzmanlaşan avukatların ihdas edilmesi gerekmektedir. Bu uzmanlığa sahip olmayan avukatların belirli davaları alması kısıtlanarak avukatların da doktorlar gibi branşlaşmasının önünün açılmasının gerektiği aşikardır. Her davaya bakan avukat döneminin sona erdirilerek gerçek anlamda uzman meslek mensuplarının yetiştirilmesi gerekmektedir. Belirlenen uzmanlık alanlarının da yine lisans dönemi gibi 3 veya 4 senelik sürelere tabi tutulması ve bu uzmanlık bitiminde yeterlilik sınavının yapılması, avukatlık mesleğini tercih edecek olanları ister istemez düşündürecek ve gerçekten avukat olmak isteyen şahısları belirleyerek meslek içerisindeki kalite ve rekabeti de üst seviyelere taşıyacaktır. (*)
Bununla birlikte, avukatlık mesleğinin de yine hukuk fakültesi sonrasında kanunda belirtilen ancak uygulanılamayan sınav ile bir an önce başlangıçta denetime tabi tutulması sağlanmalıdır. Dolayısıyla 4 yıllık temel hukuk eğitimi akabinde uzmanlık sınavına girmeyecek avukatların da mesleki yeterlilik sınavına girerek başarılı bir puan alması şart koşulmalıdır. Böylece avukatlık mesleğinin hukuk fakültesini bitirerek zorunlu staj sonrası doğrudan başlanması mümkün olmayan bir meslek haline getirilmesi; bölümü tercih edecek kişiler için, en başta caydırıcı bir etki gösterecektir. (*)
Son olarak hukuk fakültelerindeki müfredat yapısında da değişiklikler yapılması ile, gerek akademisyen olmak için uzmanlık şartının konulması gerek de, ders içeriklerinin teoriye değil daha da örnek olay odaklı hale getirilmesi için birtakım zorunluluk unsurlarının belirlenmesi, hukuk eğitiminin kalite standardını yükseltecek bir diğer önemli unsur olarak telakki edilmelidir. (*)
Görüleceği üzere, biraz uzun bir süre gerektirse de çok aşamalı ve oldukça teferruatlı bir yargı reformunun gerekliliği insanlarımız ve yargı meslek mensupları tarafından hissedilmektedir. Önceden de bahsettiğim üzere; adaletin önemi, belirli bir tanımının olması ya da kapsadığı yasalar değil, insanlara vicdanen adil bir hayat sunabileceğinin teminatını hissettirmesi ve onlara devletin himayesinde olduklarını fark ettirebilmesidir.
Not: (*) ile biten paragraflar, yazının yayınlanma tarihinden bir önceki gün olan 25.07.2020 tarihinde eklenmiştir.
Comments