top of page

ALDI SÖZÜ ANADOLU - MEHMET ÖNDER



YORUMLAR:


Yazar Mehmet Önder tarafından kaleme alınmış eserde, Anadolu’nun değerlerine ilişkin birtakım anlatı, destan ve rivayetler konu edilmektedir.


Eser, MEB tarafından ilköğretim dönemi için belirlenen 100 Temel Eser Dizisi arasında değerlendirilmektedir. İçeriğinde ise, özellikle Anadolu kültürünün nasıl ve ne zaman meydana gelmeye başladığı, Türklerin Anadolu’ya göç ettikten sonra hangi gelenekleri ve kültürleri günümüze kadar idame ettirebildiğinden kısaca bahsedilmektedir.


Gündelik hayatımızdaki bazı mani, atasözü ve geleneklerin kökenine ilişkin de açıklamalar bulunması mümkün olan eser, bu yönden özellikle lise sonuna kadar kesinlikle genç dimağların fikir edinmesi gereken bilgiler ihtiva etmektedir.


Bazı bölümlerde, özellikle destansı anlatıma da sıkça yer verilen eser, okuyucusu tarafından bu bölümlerde durağan olarak kategorize edilebilse de, genel olarak anlatım biçimi ve örneklendirmelerinin gündelik hayatımızda sıkça karşılaştığımız içeriklerden meydana gelmesi sebebiyle bu olumsuz tesiri barındırmaktan uzaktır.


Özellikle Türkler için çok değerli olan, kahve, çınar ağacı, kilim desenleri, maniler, atasözleri, destanlar gibi folklorik birçok unsur barındırması yalnızca ilköğretim ve lise çağımızdaki öğrenciler için değil, günümüzde birçok yetişkin tarafından dahi bilinmeyen bazı bilgilerin edinilmesi yönünden önem taşımaktadır.


Sonuç olarak eser, her yaştan insanımızca kesinlikle incelenmesi gereken kitaplardan birisi olarak değerlendirilebilir.


ALINTILAR(*):

  1. Çınar dediğin evlat, devlet gibidir. Koca devletimiz de böyle budanıp gitmedi mi? Ama sen köke bak, gövdeyi ayakta tut. Yeni dallar sürer, taze yeşillikler doğar. İş kökte ve gövdede.”

  2. Yaşlı ana “doldur” dedikçe, askerler: “Ana dolu” diyerek, buz gibi ayranı doldururlar kalaylı taslara. Bir bakraç ayran, bir orduya yeter, artar bile. O günden sonra u kutsal topraklara Anadolu deyiverir herkes. Efsaneyi efsane diye atamazsınız bir köşeye. Anadolu insanı, Anadolu’nun bereketini, yaşlı bir ananın bakracındaki ana sütü gibi ak ayranında simgelemiş, bu ana da doğuran ve besleyen Anadolu’yu bulmuştur. Bu yüzden Anadolu’da, tarihinin ilk gününden beri, ana sevgisiyle Anadolu sevgisi birbirinden ayrılmaz bir bütündür.

  3. Yalnız nakışlar, çizgiler konuşmaz; renkler konuşur Anadolu’da. Yavuklusuna sarı bir mendil gönderen kızın sevdası yeğindir, sararıp solmadadır. Yeşil murattır, aşkta karşılık bekler; mavi umuttur, beyaz mutluluk. Siyah üzüntüyü, pembe bozuntuyu dile getirir. “Al giyenin gönlü dolu, mor giyenin çoktur malı,” derler.

  4. Anadolu kilimlerinde renkler ve desenler, gelişigüzel seçilmez. Her yörenin kendine özgü bir kilimi vardır. Renkler ve desenler, bir gelenek zincirinde yüzyıllara ulaşır. Her çizginin dili aynıdır, anlamı başka… Kuş, horoz resimleri, eski Türk totemlerinin izlerini taşır. Yıldız biçimindeki uğur ve bereket simgeleri, sağlık ve mutluluk tılsımı yılan ve ejder kıvrımları, zencerekler, cennet çiçekleri, tarak, tırmık, ibrik gibi nazarlıklar, kısacası, Anadolu’nun tüm insanları, manevi dünyası, en küçük ayrıntıları ve göz alıcı renkleriyle kilimlerde yüze güler.

  5. Anadolu’da bir söz vardır: “Güzelin başına, ağanın aşına, atın dişine bak!” derler. Güzel başından belli olur Anadolu’da. Bu yüzden Anadolu’da kadın başlıkları bir çiçek buketi gibidir. Renk renk, salkım salkımdır. Renklerin dili vardır, başlıklarda konuşur. Beyaz bekarlığın, al evliliğin simgesidir. Al üzerine yeşil çocuklu kadını, sarı renk dulluğu gösterir.

  6. Türkler, üstün meziyetlerin, yeteneklerin doğuştan ve bir miras olarak atalardan geldiğine inanmazlar. Türklerde şan ve şöhret, yüksek mevkilere gelmek çalışma ve doğruluğun mükafatıdır. Tembel ve pısırık olanlar, kötü niyetliler için yükselme yolları kapalıdır. 420 yıl önce Kanuni Sultan Süleyman’ın yanına gelen, Avusturyalı bir büyükelçinin Türkler hakkında söylediği sözler bunlardır.

  7. Konuk sahibinin durumuna göre, yemekler sıra sıra ocaklarda pişmeye başlar. Ama her şeyden önce çorba kaynamaya başlar. Bir de pilavdan vazgeçmez Anadolu. Bulgur pilavı, pirinç pilavı, etli pilav, sütlü pilav, nohutlu, üzümlü, fıstıklı, zerdeli, dizi dizi pilavlardan biri… Anadolu’nun birçok yöresinde tatlı tam yemeğin ortasında yenir. Konuğa önce sıcak bir çorba ikram edilmişse ardından sulu bir yemek, daha sonra ekşili bir bamya, derken bir de bakarsınız sütlaç gibi, helva gibi bir tatlı geliverir. Tatlı gider ardından yine çeşitli yemekler sökün eder. Sonunda bir pilav, yanında buz gibi bir hoşaf ile yemek biter.

  8. Tarhana çorbasının bir de hikayesi vardır. İsterseniz anlatalım: Osmanlı Padişahı Yavuz Selim, bir ramazan ayını Edirne’de geçirir. Bilirsiniz, ramazan ayında herkes evine konuk davet eder, iftar açmak için. Yavuz Sultan Selim de namazdan sonra ilk denk gelen eve giderek orucu açmaya karar verir. Bu sırada top patlar ve padişah rastgele birinin evine girer. Ev sahibi, hiç görmediği bu konukları içeriye buyur eder. Bir ara Yavuz Sultan Selim, konuşmaya başlar. Hasan Can da, dalgınlık ve dil alışkanlığı ile: “Evet Sultanım, öyledir Hünkarım deyince, ev sahibi şaşırır. Padişahın sofrasında olduğunu anlar. Ne var ki, fazla bir şey ikram edemeyeceği için üzgündür. Padişah üzüntüsünü gidermek için “Bu akşamki kısmetimiz ne güzel, ne lezzetli çorba bu,” diye iltifat eder. Ev sahibi, elinden bu kadar geldiğini anlatmak için: “Darhane çorbasıdır, kusura bakma Sultanım,” der. Yani fakirane çorbası demek ister. O günden sonra, bu çorbanın adı darhane çorbası olarak kalır. Bugün tarhana dediğimiz çorba.

  9. Hani bir hikaye vardır anlatırlar. Padişahın biri kızlarını çağırmış: “Beni nasıl seversiniz?” diye sormuş. Büyük kız “Şeker gibi, bal gibi severim,” demiş. Padişah sevinmiş. Ortancası “Altın gibi, elmas gibi severim” demiş. Padişah ona da sevinmiş. Küçük kız “Tuz gibi severim,” deyince Padişah suratını asmış, küçük kızına küsmüş. Ama ertesi gün, sofrasına getirilen tuzsuz yemeklere el atınca bağırıp, çağırmış, aşçısına. Bunun üzerine kızı çıkmış ve “Babacığım, ben seni tuz gibi severim dedim, hoşlanmadın. Şimdiyse yemekler tuzsuz diye bağırıp çağırıyorsun. İnsan şekersiz, balsız olabilir. Altını, elması bulunmayabilir. Ama tuzsuz yapabilir mi?” demiş.

  10. Manilere sözün özü dörtlükler demek daha doğru olur. Bu dörtlüğün ilk iki mısrası, çoğunlukla ses uyumunu, halkın ayak dediği kafiye düzenini kurmak için söylenir. Asıl söylenmesi gereken söz üçüncü mısrada başlar, dördüncüsünde bağlanır.

  11. Armudu taşlayalım, Dibinde kışlayalım, Kağıt kalem al yarım, Maniye başlayalım.” Buna baş mani denir. Bundan sonra cevabı karşı taraf verecektir. Bundan sonra karşıdaki, “Elmayı dişleyelim, Bir hayır işleyelim, Başlamadan maniye, Kahveyi üçleyelim.” Derse ev sahibi hemen kahve tepsisini getirir. Kahveler içilirken karşılıklı maniler dizile gelir.

  12. Ankara’nın balına, Tutunmuşuz dalına, Dikmen’den mi gelirsin, Kız salına salına”.

  13. İzmir’in Kordonboyu, Selvidir yarın boyu, Kendisi güzel ama, Biraz hırçındır huyu.”

  14. Manisa’ya nar geldi, Yüce dağa kar geldi, Yârim gitti gurbete, Bu yer bana dar geldi.

  15. Herkes kaşık yapar ama, sapını ortalayamaz.” sözü doğrudur. Kaşık, hüner ister, emek ister. Kaşığı, ağacından yontarak ham kaşık yapan ayrı, ham kaşığı süsleyerek, üzerine sır dedikleri reçineli, saydam sıvıyı süren ayrı. İyi kurutulmuş ve sırlanmış tahta kaşıklar, yıllarca bozulmaz, sıcaktan soğuktan etkilenmez; ne paslanır, ne ağzı yakar.

  16. Konya ve kasabalarında yıllar yılı süregelen bir geleneğe göre, evlenmek isteyen oğul, bu isteğini babasına duyurmak için anasının aracılığı ile sofraya bir fazla kaşık koydururmuş. Herkes sofraya oturur, kaşığını alır, bu arada fazla kaşığı gören ana, babaya “Sofraya bir kaşık fazla. Kimin kısmeti acaba. Allah, bu kaşığın sahibini soframızda güldürsün…” dermiş. Baba durumu anlar “Amin” derse evlenmeye izin çıktığı anlaşılırmış. “İnşallah” derse, bu “Oğlan birkaç yıl daha beklesin” anlamına gelirmiş.

  17. Türklerin ata sporu olan cirit oyunları, Asya’da ve Avrupa’da başka milletleri de etkilemiş, ciride benzer oyunlar türemiştir. Atlı polo oyunu bunlar arasındadır. Ne var ki, cirit oyunlarının özelliğini yitirmeden yeni bir düzenleme ve özendirme ile yaşatılması gerekmektedir.

DEĞERLENDİRME:


Konu: Eserde, Anadolu’nun değerlerine ilişkin birtakım anlatı, destan ve rivayetler konu edilmektedir.


Üslup: Yazar tarafından konular başlıklara bölünerek bilgiler kategorize edildikten sonra okuyucuya iletilmiştir. Bu husus anlatımda dağınıklığa sebep vermemesi yönünden önemli bir etkendir. Ancak bazı başlıklardaki bilgiler ve unsurların diğerlerinde de aynı şekilde bulunması, eseri kimi yerlerde tekrara düşürerek durağanlık etkisi uyandırabilmektedir. Anlatım biçemi olarak ise, eserin anlaşılabilir, yalın ve net bir ifade ediş tarzına sahip olduğunun ifade edilmesi gerekmektedir.


Özgünlük: Eser, türü yönünden bu kategoride değerlendirilmeyecektir.


Karakter: Eser, türü yönünden bu kategoride değerlendirilmeyecektir.


Akıcılık: Üslup bölümünde ifade edilen bazı bölümlerdeki tekrar unsurunun akıcılığa küçük de olsa menfi bir tesirde bulunduğunun ifade edilmesi gerekmektedir. Ancak bunun dışında eserin ekseriyetle akıcı olduğunun ifade edilmesi gerekmektedir. Son olarak eserin, türü ve içeriği itibariyle sürükleyici eserler arasında değerlendirilemeyeceğinin ve bu kategoride değerlendirilmeden okunması gereken kitaplardan birisi olduğunun ifade edilmesi gerekmektedir.


Genel: Yukarıda belirtilen kriterler uyarınca 10 üzerinden gerçekleştirilen değerlendirmede:


Konu: 8,5

Üslup: 7,5

Akıcılık: 7


puanlarını alan eserin genel ortalaması ise, 7,7 puandır. Eser, 7 barajının oldukça üzerinde olup neredeyse 8 barajına yaklaşması ve yorumlar bölümünde belirtilen önemli mesajlara sahip olması sebebiyle kesinlikle incelenmesi gereken eserlerden birisidir.


(*) : Alıntılar başlığındaki bütün kısımlar:

ALDI SÖZÜ ANADOLU

Yazar: Mehmet Önder

Yayınevi: Elips Kitap

Baskı: 1. Baskı – Ekim 2008

kapakta kullanılan fotoğraftaki kitaptan alıntı olarak kullanılmıştır.

Comments


bottom of page