YORUMLAR:
Ahmet Ağaoğlu’nun düşünce yazısı ve bir hikayesinin işlendiği eserde, yazarın hem kendi içindeki ikilemler hem de toplumun sosyolojik tespitleri yapılmaya çalışılmıştır. Bununla birlikte, doğu ile batı arasındaki kimlik çatışmamız konu edilmiş olup her şeyin temelinin ülke insanının birbirini severek yaptığı işlerde gönüllü olması gerektiğine değinilmiştir.
İlk başta yazarın kendisiyle ve aynı zamanda ülkemizin kendi içindeki iç çatışmalarını da konu ederek gerçekleştirdiği düşünce yazılarında, ülkemizin özellikle batı ve doğu arasındaki kimlik bunalımından bahsedilmiştir.
Bu durum eserde, altruizm isimli toplum için kendinden veya başkası için fedakarlık yapma anlamındaki kavram ile ifade edilerek batı toplumunun esasında bilimsel gelişimini bu anlayış sayesinde meydana getirdiğinden bahsedilmiştir. Bu durumun zıttı olarak ise, egoizmden bahsedilerek ülkemizin eserin yazıldığı dönemdeki halinin dışarıdan egoist davranan ancak içinde altruizmin temellerini taşımaya devam eden bir yapısı olduğu sembolik olarak ifade edilmeye çalışılmıştır.
Batının bu anlayışa yönelmesinin ana etmenlerinden birisi olarak ise, devletin kalkınmak ve ilerlemek için bunu vatandaşına bir borç olarak addetmesinden bahsedilmiştir. Bu durumun özellikle vatandaşın selameti ve iyiliği için merhamet duygularıyla yapılmadığı da ifade edilmiştir.
Eserde, yazarın kendisi üzerinden vermeye çalıştığı örneklendirmelerde görüleceği üzere, esasında ülkemiz insanının temelinde bu duygusal ve vicdani yönlerin her olaya karşın hala yerini koruduğu günümüzde de görülmektedir. Bu hislerin ve anlayışın toplum nezdinde genel anlayışa aksettirilmesi halinde ülkemizin hem manevi hem de maddi ilerleyişinin çok daha hızlı olacağı fark edilmektedir.
Bir sonraki bölüm olan Gönülsüz Olmaz hikayesinde ise, oldukça tahsilli ve kendisini yetiştirmiş bir genç olan Turgut’un bir köye yerleşerek kendisini köylülerden soyutlamış şekilde yaşadığı ve bu durumun arkadaşı tarafından onu ziyaret ettiği sırada sorgulanması ile başlayan ülkemizin sosyolojik reçetesi konu edilmiştir.
Turgut, köylülerin içinde bulunduğu haleti ruhiyeyi ve birbirlerine sürekli menfaat odaklı yaklaşmalarını, bunun yanında din adamı ve devlet adamlarının da bu konjonktüre göre hareket ederek, birbirleriyle olan gönül bağlarının kopması neticesinde düştükleri durumu açık şekilde arkadaşına tasvir etmektedir. Dolayısıyla memleketin terakkisi için evvela bu durumun düzelip insanların kendilerini adaması, birbirlerine olan gönül ve güven bağlarının tekrar yeşertilmesinin lazım geldiği defalarca ve önemli önermelerle ifade edilmiştir. Bu kısımlar alıntılar bölümünde bulunduğundan burada özellikle değinilmeyecektir.
Turgut’un önemli bir şekilde ifade etmeye çalıştığı gibi ne ülkeler ne de kanunlar mükemmeldir. Önemli olan bu kanunları tatbik edecek insanların anlayışı, hoşgörüsü ve birbirlerini sahiplenerek ortak paydada hareket etme gayretleridir. Bu gerçeğin bugüne kadar olaylara somut gerçeklikler arkasından bakmamız sebebiyle farkına varmasak da özellikle bizim gibi duygusal yönü ağır basan toplumlarda bu anlayışın yerleşmesi ve benimsenmesi halinde, sandığımızdan çok daha hızlı bir kalkınma ve ilerleme aşamasının bizi beklediğinin farkında olunmasına vesile olan hikaye kesinlikle etkileyicidir.
Sonuç olarak eser, değindiği konular ve yazıldığı dönemdeki ülke gerçeklerimizi de gözler önüne sermesi yönünden her yaştan insanın kesinlikle okuyup benimsemesi gereken kitaplardan birisidir.
ALINTILAR(*):
Doğuda bazen bir fert milyonlarca insanlar arasında yaşadığı halde – Afrika’nın çöllerinde bulunuyormuş gibi tek başına bırakılır. Batı’da böyle değildir. Herkes düşünülmüş ve neticede unutulmuş kimse kalmamıştır. Batı cemaatleri bütün bunları yaparken vatandaşların izzetinefislerini rencide ve tahkir eden merhamet şeklinde değil, onlara karşı bir vazife ve borç tarzında yapar.
Tezimiz, şark tarihinde mündemiç (bulunan) egoizmle altruizm arasındaki muvazenenin garpta altruizm lehine ve şarkta ise egoizm lehine bu kadar bozulmuş olmasının sebebini göstermekten ibarettir. Bu alan üzerinde yaptığım araştırmalarımın sonunda bulduğum sebepler şunlardır: Aile ve ailede kadının vaziyeti, Mektep ve edebiyatın tesirleri, Çok uzun süren anarşik bir istibdadın tesiri.
Altruizm – yani başkasını sevmek- başkası için kendi hırslarını, tamahlarını, iştihalarını, bazen kendi menfaatlerini ve hatta bazen de kendi nefsini feda etmek demektir.
Artık herkes yalana o kadar alıştı ki yalan kendisi bile sosyal bir fonksiyon halini aldı.
Benliklerini feda edenler hakiki yaşamanın ne olduğunu bilmeyenlerdir.
Esasen kendisini başkasına beğendirmek istemek insani ve iyi bir sanattır. Fakat ub isteyişin iki kaynağı olabilir: Birisi başkalarını sevmek, kendini beğendirmek hevesi bu kaynaktan gelirse doğrudan doğruya altruizme, fedakarlığa, teavüne (yardımlaşma) vesair pek iyi tezahürlere götürür ki umumi tarifleri fazilettir! Fakat esefle kaydetmelidir ki bendeki “beğendirmek” hevesi böyle bir kaynaktan gelmiyor. Bilakis egoizmden, kendini sevmek kaynağından geliyor. Benim dışımda mukavemet, kuvvet ve kabiliyeti olmadığından herkese kendisini beğendirmek, herkesle iyi geçinmek, herkesle anlaşmak, herkesle aynı fikirde ve aynı histe olduğunu göstermek ister! Ve böyle yaparken tabiatıyla kendi kendisiyle tezada düşer ve ondaki kendini beğendirmek hevesi – riya gibi- bir noksanla kendisini gösterir.
Keza, bilgi, zeka ve kabiliyet sahibi birisinin sırf kendi çalışmalarına dayanarak durmaksızın ilerlemek istemesi kendisinden ziyade cemaat için faydalıdır.
Benim ikinci ihtirasım olan makam sahipliği hakkında da içimle dışım arasında derin tezatlar ve mücadeleler vardır. İçim bu hususta bana bilgi, zeka, çalışkanlık, ciddiyet ve yalnız kendi mesaime güveni tavsiye eder. Fakat dışım böyle düşünmüyor: Ona bakılırsa içimin bütün bu dedikleri “ukala” saçmalarıdır. Yürümek ve ilerlemek için dayanılacak noktalar lazımdır.
Zayıflar kuvvetlileri görünce kendi kendine eğiliyorlar, kuvvetliler de zayıf buldukça kendi kendine tahakküm ediyorlar. Fakat ne gariptir; o kendinden küçüklerin, zayıfların ona karşı aldıkları zelil vaziyetten ne kadar hoşlanıyorsa, kendinden büyüklerin ve kuvvetlilerin önünde küçüklükten de o nispette azap ve elem duyar! (Ben Neyim Bölümünden Alıntılar)
Hayat ve saadet hakkında fikirler ve duygular muhteliftir. Birisi için saadet addolunan şey diğer için mahza felaket olabilir.
Gördüm ki hepimiz kara taş üzerinde işlemişiz. Bir efsane diyor ki Ferhat, Şirin’in arkasından koşarken iğneyle dağ kazmış; fakat bizim iğnelerimiz dağa değil, kara taşa salanmış ve bütün yaptıklarımız abes ve beyhudeymiş. Asıl işlenecek bir o gönülmüş. Halbuki biz bunu bilmediğimizden onu ihmal etmişiz.
Bizde baş var, kalp yoktur. Fikir var, his yoktur. Kalbimizin içinde birtakım kurtlar girmiştir ki usaremizi (öz suyu) kurutmakta, içimizi oyup ürütmekte, bizi meyve vermez bir hale getirmektedirler. Kalbin usaresi, merhamet, şefkat, mürüvvet, insaf, sevgi, af, güzelliğe ve iyiliğe muhabbet, çirkinliğe ve kötülüğe nefret, fedakarlık, mahviyet, hakperestlik; kalbin kurtları da kabalık, hodkamlık, hodperestlik, hakka ve hakikate karşı lakaydilik, zulüm ve cefaya meyildir.
Turgut “Görüyor musun azizim, her şeyin özüne kadar hulul eden halk dehası mülk viranlığını gönül viranlığıyla birleştirmiştir. Çünkü insan demek gönül demektir. Gönül viran olursa insan da biran olur. İnsan viranlığı ise mülk viranlığıdır. Bizde gönül biranlığı eskidir. Bu viranlık tamir edilmedikçe mülk viranlığı tamir olmaz. Biz aksini yaptık; gönlü tamir etmeden mülk imarına başladık. Muvaffak olamadık ve olamayız.”
Turgut “Cümlemizin taşıdığı o felaketli hurafe. Biz zannediyoruz ki hayatta hakiki amil akıl ve zekadır. Hayır, hayır, bin kere hayır. Asıl amil, asıl yaratıcı kuvvet gönüldür. İnsanı insan yapan akıl ve zeka değil, gönüldür. Akıl ve zeka olsa olsa manivela, kürek, kazma, top, tüfek, makine gibi bir alettir. Kendi kendine bir şey çıkaramaz, hiçbir şey yaratamaz. Yalnız gönüldür ki onu yaratmak için bir alet olarak kullanır.”
(Batıda) Din devrini takip eden felsefe ve bediiyat devri ise ilhamlarını başka membalardan almakla beraber, aynı kalp yolunu takip etti. Bunların da başlıca mevzuları insandı, insan kalbiydi. Hodkamlık ve menfaatperestlikle mücadele ederek inan kalbini yükselten ve temizleyen hisler telkin ettiler. Asırlarca devam eden bu terbiye kalp yolunu açtı, insanlar birbirleriyle alakadar oldular ve artık unutulmuş insanlar ve köyler kalmadı. Bize gelince, heyhat, bütün bu amillerin tesirlerinden mahrumduk. Ne dinimizde o değişiklik ne edebiyatımızda o istikamet oldu. Bilakis cahil hocaların elinde din kurutucu bir amil haline geldiği gibi edebiyatımız da hodkamlık (Bencil, egoist) yatağı oldu.
Turgut “Gönülsüz iş olmaz. Kanun yürümez, memur çalışmaz, mebus bakmaz, vali düşünmez, köylü köylüye yabancı kalır ve bu kadıncağız böylece burada kimsesiz, aç ve susuz ölür.”
Birdenbire elini hastadan çekerek kalbinin üstüne koydu ve bize baktı: “Allah da buradadır insan da. Fakat bizim hoca ve şeyh dediklerimiz bunu anlayamadılar, anlamıyorlar. Onlar Allah’ı ve insanı başka başka yerlerde aradılar ve tabii bulamadılar. Bulamayınca ikisini de unuttular, ikisini de öldürdüler. Halbuki ikisini de kendi içlerinde yaşıyorlardı. Allah da insan da beşer kalbidir. Orasıdır ki her şeye can verir, her şeyi diriltir, her şeyi yaratır, kanuna revnak (parlaklık) verir, memuru çalıştırır, mebus ve valiye insaf ve mürüvvet telkin eder, köylüye komşusunu sevdirir, yardımına koşturur, hülasa insanı insanlaştırır.”
Ölüm behemehal yaşamaktan iyidir.
Dün beraberce başlarını koltuklarının altına alıp seve seve ölüme gidenler bugün birbirine yaman düşman kesildiler. Herkes makam sahibi, mevki erbabı olmaya yeltendi. Asıl mesele ve mevzu unutuldu. Kimse bulunduğu yere ve makama kanaat ederek yeni sistem için azami fayda vermeyi düşünmedi. (Gönülsüz Olmaz Bölümünden Alıntılar)
DEĞERLENDİRME:
Konu: Eserde, yazarın hem kendi içindeki ikilemler hem de toplumun sosyolojik tespitleri yapılmaya çalışılmış ve doğu batı arasındaki kimlik çatışması konu edilerek her şeyin temelinin ülke insanının birbirini severek yaptığı işte gönüllü olması gerektiğine ilişkin yazı ve öykü konu edilmiştir.
Üslup: Ahmet Ağaoğlu’nun özel üslubunun, okuyucu ile hem dertleşip sohbet eden hem de Montaigne ve Sokrates gibi felsefi konulara değinmesi sayesinde konusuna göre benimsenmesi kolay bir üslubu barındırdığı ifade edilmelidir. Aynı şekilde hikayesinde de, hem olay bazlı anlatımlar konu edilerek okuyucunun net ve sade anlatımlarla verilmek istenen mesajları alması kolaylaştırılmış hem de ilk baştaki yazısına paralel olarak felsefi önermelerin uygulamalı olarak tatbik edilmesinin ne kadar önemli olduğu da gözler önüne serilerek iki ayrı yazıdaki konu bütünlüğü sağlanmıştır.
Özgünlük: Eser işlediği konular sebebiyle özgünlük kategorisinde özel bir yere sahip olmasa da, düşünce yazısında işlemiş olduğu fikirleri farklı kavramlar ile detaylı ve mantık çerçevesinde açıklamayı başararak yazarın düşünce yazısı konseptini daha ileriye götürdüğünü göstermektedir.
Karakter: Düşünce yazısında karakter şeması olmasa da, hikayede bahsedilen iki ana karakter ve yardımcı karakterler ile köylü ahalisinin teşkil etmiş olduğu yan karakter şemasının verilmek istenen mesajların ve toplumun daha net ifade edilmesi amacıyla çok isabetli bir şekilde seçildiğinin belirtilmesi gerekmektedir.
Akıcılık: Üslup bölümünde bahsedilen hususlar dikkate alındığında, eserin hem konusunun dikkat çekici bir şekilde işlenmesi hem de hikayedeki anlatımın olay bazlı anlatım ile akıcı bir çerçevede ifade edilebilmesi eserin sürükleyici olmasa da akıcı eserlerden birisi olduğunu göstermektedir.
Genel: Yukarıda belirtilen kriterler uyarınca 10 üzerinden gerçekleştirilen değerlendirmede:
Konu: 9
Üslup: 9
Özgünlük: 7
Karakter: 8
Akıcılık: 7,5
puanlarını alan eserin genel ortalaması ise, 8,1 puandır. 8 barajını geçerek hem düşünce yazısı hem de hikaye türünü içinde barındıran eserin, bu yönüyle de ayrıca incelenmeye değer kitaplardan birisi olduğu görülmektedir. Yukarıda bahsedilen toplumsal meselelere değinmesi yönünden ise, ülkemizin bütün insanları tarafından hem başarının temel kaynağına ilişkin önemli mesajlar barındırması hem de içerdiği çözüm önerileri ile bir başucu kitabı mahiyetindedir.
(*) : Alıntılar başlığındaki bütün kısımlar:
BEN NEYİM? – GÖNÜLSÜZ OLMAZ
Yazar: Ahmet Ağaolu
Yayınevi: Can Yayınları
Baskı: 1. Baskı – Aralık 2020
kapakta kullanılan fotoğraftaki kitaptan alıntı olarak kullanılmıştır.
Comments