YORUMLAR:
Cengiz Aytmatov’un unutulmaz eserlerinden olan Beyaz Gemi romanında, Türk gelenekleri ve destanları ile yetiştirilen bir çocuğun hayallerine karşılık yüzleşmesi gereken bazı gerçekler işlenmiş ve büyük insanlık dersleri verilmiştir.
Dedesi Momon tarafından, sürekli sevilen ve ilgilenilen küçük çocuğun eserde ismi hiçbir zaman belirtilmemiştir. Romanın başında yan karakterlerden bir satıcının, çocuğun dedesine zorla okul çantası aldırması ile okula gitmek için heveslenen torun, yanına aldığı dürbün ile dağlara çıkarak gölden geçen bir beyaz gemiyi izlemektedir. Bu izlemeleri esnasında kendisinin de bir balık olduğunu hayal ederek o gemiye gidip yıllar önce uzaklaşmak zorunda kaldığı babasına ulaşmasının hayalini kurmaktadır.
Bununla birlikte evdeki sorunlar da ataerkil dönemdeki Türk yaşantısını göstermesi açısından oldukça önemli mesajlar ihtiva etmektedir. Bunlardan ilki; dedenin damadı olan Orozkul isimli karakterin, dedesine karşı saygısız davranmasının arkasındaki nedendir. Dünya tarihinde insanların kas gücünün çok daha önemli olduğu yıllarda, erkeklerin eş seçme ve üreme konusunda daha fazla seçenekleri olduğuna değinilmiş olsa da, Türk geleneklerinde tek eşliliğin bulunması sebebiyle karısından bir türlü çocuk yapamayan damadın ailede acımasız bir şekilde hükümdarlık ilan ettiği görülmektedir. Orman koruyuculuğu yapan ailede gizlice ağaç kesip odun satan damada bağımlı olan ailenin diğer bireyleri onun her davranışına itaat etmek zorunda gözükmektedir. Dede, çok uysal ve itaatkar olsa da, bir gün torununun okulunun aksamasına sebep olacağı için işin ortasında damadına rest çekip onu okuldan almaya Orozkul’un atıyla gitmiştir. Bunun üzerine, damat karısını boşamakla tehdit etmeye başlamış ve ihtiyarı da oradan göndermekle korkutup herkesi tekrar sindirmiştir. Aile içinde damadın bir türlü çocuk sahibi olamaması sebebiyle eşini sıkça dövmesi ve kendisini alkole vererek kendisine haksızlık yapıldığından yanması sıkça görülmektedir.
Ayrıca, küçük çocuğa anlatılmış Türk destanlarından olan Boynuzlu Geyik Ana destanı ise, notlarda detaylı bir şekilde ifade edilmiştir. Destanda Kırgız soyunun tekrardan canlanarak kendisine analık yapan boynuzlu ala geyiğin torunlarını bir güç simgesi olarak öldürmesi üzerine lanetlenmesi işlenmiştir. Çocuğun bu destandan çok etkilenerek hayatının her alanında bu destandaki geyiklere çok meraklı olması diğer aile bireyleri tarafından dedeye olan kızgınlığı artırıcı bir sebep olarak görülmektedir. Bu süreçte bulundukları bölgeye birtakım ala geyiklerin (maral) gelmesi ile çocuğun heyecanı artmış ve onları sürekli gözetleme isteğinin belirmesine sebep olmuştur. Orozkul ve arkadaşlarının odun kesme çalışması esnasında bu geyiklere rastlaması ve onlardan birisini zorla Momon’a öldürtmesi neticesinde; durumu öğrenen çocuk için büyük bir travma meydana gelmiştir. Bunun üzerine çocuk, dedesine bir balık olarak buralardan uzağa gitmek istediğini söylemiştir. Dedesinin de bu olaydan oldukça fazla etkilenmesi sebebiyle onunla ilgilenmemesi üzerine, küçük çocuk kendisini bir balık olabilmek için nehrin soğuk sularına atarak hayata gözlerini yummuştur.
Eser, gerçek manada Türk geleneklerine ve törelerine oldukça gönderme yapmış ve Cengiz Aytmatov’un diğer romanlarında kullandığı etnik unsurlardan oldukça başarılı bir şekilde yararlanmıştır. Kırgızların Boynuzlu Ala Geyik destanının işlendiği eserde, günümüzde dahi sıkça rastlanılan geleneklerin devam ettiğinin görülmesi ise, Türklerin kadim tarihlere uzanan değerlerinden kopmadığını göstermektedir.
Sonuç olarak, eserin mahiyeti uyarınca hem ataerkil toplumlarda gerçekleşen acımasız olaylara çanak tutması, hem de kadim geleneklere değinerek Türk aile ve toplumsal yaşamına ışık tutması bakımından incelenmesi gereken önemli bir roman olduğunu belirtmek gerekmektedir.
NOTLAR (*):
İnsan bulutlara baktıkça onları istediği biçime sokar, değişen şekillerden istediği şeyi düşünebilirdi. Yeter ki insan neyi görmek istediğini bilsin!
Başkasının çocuğunu ne kadar yedirip içirsen de sonunda hayrını görmezmişsin. Öyle diyor ninem. Oysa ben başkasının çocuğu değilim, baba. Dedemden hiç ayrılmadım. Yabancı olan ninemin kendisi, sonradan gelen o. Sonradan geldi, ama gene de yabancı ben oldum.
Dedem önce küçüklerin ellerini uzatmaları gerektiğini söyler. Elini önce uzamayan karşısındakini saymıyor demekmiş.
Eski geleneklere göre başbuğ son yolculuğunda Enesay’ın kıyısı boyunca yarlardan, uçurumlardan omuzlar üzerinde taşınır, ruhunun ulu ırmakla vedalaşması için yükseklerden geçirilirmiş. Ölenin ruhu bu sırada (ene: ana, say: su) ulu ırmak demek olan Enesay’ın türküsünü son bir kez söylermiş.
Enesay ulusları birbirleriyle ne denli kanlı bıçaklı olurlarsa olsunlar, hakanlarını gömme törenlerinde komşularına baskın yapmaz, akına kalkışmazlarmış. Oysa derin acıya gömülmüş Kırgızların ordugahını daha şafak sökmeden kuşatan düşman kuvvetleri pusularından çıkarak ansızın bastırmışlar. Hiçbir Kırgız atına binecek, kılıcını kuşanacak fırsat bulamamış.
İnsanı dünyaya getirip yetiştirmek zordur ama öldürmek de o derece kolaydır. Kırgızların bir bölümü kılıçtan geçirilerek kanlar içinde yerlere serilmiş. Kalanlar da canlarını kurtarmak için kendilerini Enesay’a atarak derin sulara gömülmüşler.
Geyik Ana “Hayır, büyüyünce yavrularımı öldürmezler. Çünkü ben onlara analık edeceğim, onlar da benim çocuklarım olacaklar. Kardeş kardeşi öldürür mü hiç?” demiş. Topal Çopur Nine başını sallamış “Öyle deme, geyik ana, sen insanoğlunu tanımazsın. Bırak orman hayvanlarını, birbirlerine acımaz bunlar. Sözlerimin doğruluğunu anlaman için öksüzleri sana verirdim, ama bir gün gelir, insanlar bunların canına da kıyarlar.” Demiştir. Buna rağmen destandaki geyik ana kalan son iki Kırgız çocuğunu alıp büyütmüştür.
En sonunda Boynuzlu Geyik Ana, çocukları Isık Göl’e getirmiştir. Bir tepeye çıkıp bakmışlar ki ne görsünler! Dört bir yandan karlı dağlarla kuşatılmış, yeşil ormanlarla örtülü sırtların ortasında göz alabildiğine uzanan bir deniz. “İşte yeni yurdunuz burası!” demiş Boynuzlu Geyik Ana. “Artık toprak sürerek, balık avlayarak, hayvan yetiştirerek hep burada yaşayacaksınız. Bin yıllık ömrünüz olsun, barış içinde yaşayın; soyunuz çoğalsın, dört bir yana yayılsın… Çocuklarınız ana dilinizi öğrensinler, endi dillerinde konuşmaktan, türkü söylemekten zevk alsınlar. İnsanlara yaraşır bir yaşam sürün. Ben her zaman sizin yanınızda olacağım” demiştir.
Bu iki çocuk büyüyerek ilk çocuklarının adına Buğubay adını koymuşlardır. Kıpçak oymağından güzel bir kızla evlenmiş ve Boynuzlu Geyik Ana soyundan gelme Buğu nesli çoğalmaya başlamıştır. Sonra Buğular büyümüş, güçlenmişler, Isık Göl’e egemen olmuşlar. Boynuzlu Geyik Ana onlarca kutsal bir varlık olarak bilinmiş. Uzaktan görenler çadırların Buğulara ait olduğunu anlasınlar diye çadırların girişine geyik boynuzundan işaretler asıyorlarmış. Düşmanlarının saldırılarını püskürtürken, yarışlarda at koştururken “Buğu!” diye nara atar, her seferinde üstün gelirlermiş.
Çok zengin, hatırı sayılır bir Buğulu ölene kadar bu böyle sürüp gitmiş. Zengin adamın oğulları babalarının ölüsüne bu akla gelmedik şerefi kazandırmak istiyorlarmış ya, artık onları kimse tutamazmış, istediklerini yapacaklarmış. Böylece avcular salınmış, bir maral avlanıp boynuzları kesilmiş. Gelgelelim yaşlılar karşı çıkmışlar buna. “Ne hakla sizler bu maralı öldürebiliyorsunuz” demişler. “Boynuzlu Geyik Ana’nın soyuna nasıl saldırırsınız?” Zengin çocuklarının karşılığı şu olmuş “Maral bizim mülkümüzde öldürülmüştür. Topraklarımızda uçan, kaçan, sürünen ne varsa bizimdir”. İşte o günden sonra Boynuzlu Geyik Ana soyunun talihi ters dönmüş. Artık ormanlarda herkes ak maral avına çıkıyormuş. Her Buğulu, atasının mezarı başına geyik boynuzu dikmeyi kendisine borç bilmiş. Bu görenek ölenlerin anısına özellikle saygı göstermek, ölenleri yüceltmek anlamında kullanılıyormuş.
Erişilmemiş nice istek insanın ruhunu tatlı bir kederle doldururdu. Oysa ne kederde bir çare vardı, ne de geçmişi düşünmekte. Ruhun varlığını duyması, kendini tazelemesiydi bu.
Atalarını tanımayanlar kısa zamanda yozlaşırlar, Çocukları, çocuklarının çocuklarını anımsamayacağı için yaptıkları kötü şeylerden utanmamaya başlarlarmış. Sonra kimse iyi şeyler yapmaya kalkmazmış. Çünkü nasıl olsa bir anaları, övünenleri çıkmayacak…
İnsanlar ne diye böyle yapıyorlardı? Niçin bir bölümü iyi, bir bölümü kötüydü? Neden kimi insan mutlu, kimisi de mutsuzdu? Bazı insanlardan herkes korkarken, bazılarından niçin kimse korkmuyordu? Neden kimisinin çocuğu oluyor, kimisinin olmuyordu? Neden bazıları başkalarına aylık verdirmeyebiliyordu? En iyi insanlar aylığı en çok olanlar mıydı? Dedesinin aylığı az olduğu için mi herkes onu böyle gücendiriyordu? Ah, ne yapsa da dedesinin ücretini artırabilseydi? Kim bilir, o zaman Orozkul bile onu saymaya başlardı belki.
İnsanın çocuksu, temiz vicdanı tohumun içindeki öz gibidir. Bu öz olmadan hiçbir tohum gelişemez ve bizleri ileride ne beklerse beklesin, insanlar yaşadıkça hak, doğruluk denen şey de orada var olacaktır. Senden ayrılırken senin sözlerini yineliyorum, küçük çocuk “ Merhaba beyaz gemi, ben geldim!” .
DEĞERLENDİRME:
Konu: Türk gelenekleri ve destanları ile yetiştirilen bir çocuğun hayallerine karşılık yüzleşmesi gereken bazı gerçekler işlenmiş ve Beyaz bir gemiye ulaşmak için balık olmayı hayal eden bir çocuğun yaşadıkları konu edilmiştir.
Üslup: Yazarın diğer roman ve hikayelerinde görülen sade ve anlaşılır üslubu, bu eserinde de kendisini göstermektedir. Anlatılmak istenen konuların daha net ve akılda kalıcı bir şekilde işlenmesi bakımından bu tarz bir üslubun kullanılması okuyucuda oldukça önemli bir tesir bırakmaktadır.
Özgünlük: Eserin niteliği sebebiyle etnik ve yöresel unsurlar konu edinilen bir roman olduğu dikkate alındığında, içermiş olduğu destansı ögelerle beklenenin ötesinde bir özgünlük unsuruna sahip olduğunu belirtmek gerekmektedir.
Karakter: Karakter şeması yönünden 3 ana karakter ve bunlara bağımlı 2 yan karakter üzerinde kurgulanmış eserde, asıl büyük mesajlar genelde dede Momon ve küçük çocuk aracılığı ile iletilmiştir. Bunun yanında diğer karakterlerden Orozkul ve nine ise, hayatta da sıkça karşılaşılan konunun ana omurgasındaki kötü karakterler görevini üstlenmişlerdir. Diğer yan karakterlerin, eserde büyük bir etkisi olmamakla birlikte küçük çocuğun hayal gücünde izler bırakan bölümlerde görev aldıkları görülmektedir. Belirtilen yönlerle karakter şeması yeterli düzeyde olup yalnızca 2-3 karakterin bulunmaması halinde de romanın seyrinde herhangi bir etkinin olmaması, bu karakterlerin işlendiği sayfalar bakımından okuyucudaki sürükleyicilik hissiyatını olumsuz etkilemiştir.
Akıcılık: Üslup bölümünde ifade edilen hususlar yönünden oldukça akıcı bir eser olduğu anlaşılan eser, karakter kategorisindeki olumsuz etkileri sebebiyle sürükleyiciliği çok az da olsa bir miktar zedelemiş ancak kötü bir seviyeye çekmekten de uzak gözükmektedir.
Genel: Belirtilen kategoriler uyarınca 10 üzerinden gerçekleştirilen değerlendirmede:
Konu: 8,5
Üslup: 8,5
Özgünlük: 7,5
Karakter: 7,5
Akıcılık: 8
puanlarını alan eserin genel ortalaması ise, 8 puandır. Görüleceği üzere kesinlikle okunması gereken romanlardan olduğu ifade edilmelidir. Bilhassa Türk gelenek ve tarihlerine ilişkin hazırlanmış olan romanlara ilgi duyan okurlar için birebir olduğunu belirtmek gerekir.
(*) : Notlar başlığındaki bütün kısımlar:
BEYAZ GEMİ
Yazar: Cengiz Aytmatov
Yayınevi: Nora Yayınları
Baskı: Aralık 2020
kapakta kullanılan fotoğraftaki kitaptan alıntı olarak kullanılmıştır.
Comments