YORUMLAR:
Yazarı Ord. Prof. Dr. Ali Fuad Başgil tarafından kaleme alınan yazarın gençlere tavsiyeler ve hayat tecrübelerinin aktarıldığı eserdir.
İlk aşamada konu olarak dikkat çekici gözükmeme ihtimali olsa da, eser incelendiğinde basit bir büyük tavsiye niteliğinden çok daha fazlasını barındırdığı anlaşılacaktır. Yazar, klasik bir bu aşamada kimi yerlerde kendi hayatından ve başkalarının hayatlarından da örnekler vermekte ve iletmek istediği mesajları somutlaştırmaktadır.
Kariyer olarak kitabın başlangıcında yazardan 1.5 sayfada bahsedilse de, her bir satırın dolu dolu ifade edildiği Türkiye’nin önemli münevverlerinden birisi olduğu görülmektedir. İstanbul Üniversitesi Hukuk Bölümünde Ordinaryüslük unvanına sahip olan yazar, binlerce hukuk öğrencisini yetiştirme başarısında bulunmuştur. Günümüzdeki profesör sayılarının eskiye nazaran daha fazla olduğu ve aralarında ordinaryüs bulunmadığı göz önüne alındığında döneminin çok ilerisinde bir donanıma sahip olduğu kesinlikle ifade edilebilir.
18 numaralı nottan itibaren yazarın ifade ettiği kısımları kendi cümlelerim ile ifade ettiğim için yorumlar kısmında çok fazla hususa değinmek yerine size doğrudan alıntılar bölümüne bakmayı tavsiye ederim. Bu bölümde göreceğiniz bazı eski kelimelerin ise anlamlarına yine parantez içinde ve altı çizili metinlerdeki kelimelerden ulaşabilirsiniz.
Yorumları bitirmeden önce belirtmek gerekirse, eser mutlaka okunması ve üzerine düşünülerek uygulanması gereken hayat dersleriyle Türk gençliğinin şiar edinmesi gereken ilkeleri barındırmaktadır.
ALINTILAR(*):
(Hamail: Muska kutusu, Tenvir: Aydınlatma, İrşat: Doğru yolu gösterme, Müstelzim: Lüzumlu, gerekli, İptila: Bağımlılık, düşkünlük, İtiyat: Huy, alışkanlık)
İlmin kaynağı zeka, amelinki ise iradedir.
Düşün ki, zanaata giden bir çocuk, bir usta yanında ve onun daima gözü önünde çalışır. Öğrenmiş ve yetişmiş bir insanın nasıl çalışıp iş gördüğünü; el maharetiyle kol kuvvetinin zeka ve irade emrinde nasıl birleşip iş başardığını bizzat müşahede eder. Ustasından çalışmanın usulünü ve güçlüklerini yenmenin kolaylığını öğrenir. Fikri çalışma çırakları ise bu faydalardan ve böyle bir manevi destekten mahrumdur. Bunlar, zanaatta usta yerini tutması müstelzim olanlar, hocaları ile omuz omuza beraber çalışamazlar.
İnsanın kıymet ve kuvveti, bilgisinin genişliğinde olmaktan çok, benliğine sahip ve iradesine hakim olabilmesinde, iyi huylarında ve ruhi terbiyesindedir. (Mükellef: Eksiksiz, özenli bir biçimde yapılmış, Yave: Anlamsız, saçma söz)
Tembelliğin yerine, adamına ve çağına göre gitmediği kalıp yoktur. Herkesin mizacına göre tavır alır ve konuşur.
Arkadaşın kötüsü çalışanlardan rahatsız olur, muvaffak olanları hiç belli etmeden kıskanır, muvaffak olmayı küçümsemek ve alaya almak suretiyle intikam alır. (ya da aldığını sanır...) Sözlerime kulak ver: Arkadaş olacağın kimsede arayacağın şartlar, çalışkanlık, dürüstlük ve iyilikseverlik olsun. Bu şartları bulamadığın kimse ile sakın arkadaş olma.
Yazarın muvaffakiyet yolundaki görmüş olduğu en büyük engellerden birisi olarak da kötü örneklerdir. Kötü örnek mefhumunu ise "Bunlar takıp takıştırmakla, kiminin ayağına çelme takmak, kiminin gözüne kül atmakla servete, mevki ve şöhrete kavuşmuş, ehliyet ve liyakatlerinin üstündeki yerlere oturmuş insan kılığındaki hayvanlar ve parazitlerdir. Her kötülük gibi, kötü örneklerin de içlerinin kötülüğünü kusan zehirli bir lisanı ve felsefesi vardır. Bu felsefenin mihveri "ego censtrisme" denilen sırf kendini düşünürlük ve kendini bütün varlıkların merkezi halinde ve her şeyin üstünde görmeleridir. Muvaffakiyet prensibi de mutlaka ulaşmaktır." şeklinde tasvir etmiştir. (Mihver: Düşünülen, tartışılan ya da konuşulan bir konunun en önemli noktası, Debdebeli: Gösterişli, Cihanşümul: Evrensel, dünya çapında)
Basit zekalı, az bilgili, hatta bilgisiz insanlardan muvaffak olanlar çok görülür. Fakat, zayıf iradeli insanlardan muvaffak olmuş ve yükselmiş tek bir misal gösterilemez. Çünkü muvaffak olmak ve yükselmek sırf gayretin meyvesidir; gayret ise iradenin meyvesidir. (İnkişaf: Gelişim, Müessir: Etkili, dokunaklı, sonuçlu, Namütenahi: Sonsuz, ucu bucağı olmayan, Lugaz: Divan şiirinde varlık ya da nesnenin özelliğini anlatan bilmece, Hükema: Hikmet sahipleri, hakim (çoğul), Fudala: Faziletliler, fazıllar, Adel: Çok doğru, adil olan, Mebde: Kaynak, Nebati: Bitkisel, İnsiyaki Hareketler: Refleksif Hareketler, İtiyatlı Hareketler: Alışkanlıklar)
Dikkat olunsun ki, otomatik denilen hareketler refleks kabilindeki hareketlerden ayrılması lazım olan mefhumlardır. Berikiler nebati hayatımıza bağlandığı halde otomatikler hayvani hayatımızın eserleridir. Faaliyet hayatımızın büyük bir kısmını kapladığı halde irademize yabancı kalan otomatik hareketlerimiz başlıca 3 şekil arz eder ki, bunlar "insiyak", "itiyat" ve "telkin"lerdir.
İlk bakışta insiyak olarak zuhur eden hareketler, bir düşünce ve iradenin eseri gibi görünür. Mesela yuvasını yapan bir kuşa, yavrularına uçuş öğreten bir leyleğe, ağını kurup yuvasında yemini bekleyen bir örümceğe, yavrusunu kurtarmak için tehlikeye atılan bir anneye uzaktan bakıldığında bu hareketlerde birer şuur izi müşahede edilir. Fakat bu müşahede aldatıcıdır. Hakikatte bu hareketler sadece kuş, örümcek ve anne nev'ine mahsus insiyaklardır. Ve esnasında birkaç refleksin birleşik bir halde ve ruhi bir tesir ile harekete geçmesinden ibarettir.
İtiyatlar ise kah sırf taklit ile, kah düşünceli bir suretle başlayarak zaman içinde tekrarlana tekrarlana yerleşir ve başlangıçtaki şuurunu kaybederek otomatikleşir.
İnsiyaklar gibi itiyatların da psikolojik mekanizması birkaç refleksin birleşik bir halde ve herhangi bir düşünce ve ihtiyat sevkiyle harekete geçmesi esasına dayanır. Yalnız tekrar dikkati çekelim ki, itiyatlardaki ihtiyaç veya temayül çok kere hiç yoktan ve suni olarak ihdas edilir ki, bu noktalar ile itiyatlar insiyaklardan tamamen ayrılır.
Telkinli hareketler ise, şuurlu benliğimizin dışında cereyan eden hareketlerdendir. Dikkat edersek bunlar insiyaklar ve itiyatlar gibi bizden sadır olmakla birlikte hakikaten bizim değildir. (Sadır olmak: Ortaya çıkmak, Seciye: Karakter, özyapı, yaradılış, Müşevveş: Belirsiz, karışık)
Karakter, teşekkül etmiş şahsiyet, terbiye görmüş irade, uyanık bir şuur, fikir ve hareketlerine sahiplik ve prensip adamlığı, manasına gelir ki, Türkçe'de bu tanımlara kısaca "seciye" denir. Bu anlamda ise karakterli adam, prensip ve şahsiyet sahibi, düşünceli ve iradeli adam demektir. Karaktersiz adam da şahsiyetsiz, sözüne ve işine güvenilmez ve akıl ermez, müşevveş(belirsiz) adam demektir. (Tehevvür: Öfkelenme, Deruni: İçten, Tefekkür: Düşünmek, fikri harekete geçirmek)
Her insanın birbirinden farklı mizaçlarının olduğunu ifade eden yazar bu ayrımın temelini muhtelif mizaç ve karakterler safhasında izah etmiştir.
İnsanların bazısını gayet canlı, hareketli, müteşebbis, cüretli ve cesaretli; sokulgan ve atılgandır. Deruni (İçten) hayattan tefekkür ve tahassüsten hoşlanmaz. Bilakis hayatını hareket ve faaliyet içinde yaşamak istemektedir. Bu tip mizaca sahip olan insanların ise genel olarak içlerinde bitip tükenmeyen bir ümit ve emellerinin olduğuna değinen yazar aynı zamanda bu karaktere sahip insanların realist ve pratik insanlar olarak çabuk karar vererek bu fikirlerini tefekkür ile tatbik etmek istediklerini ifade etmektedir.
Bir diğer mizaç olarak ise gevşek, hantal, mütereddit, vehimli, çok hesabi ve çekingen olan insanların teşkil ettiğini ifade etmektedir. Bu kişilerin ise çok düşünüp enine boyuna hesap yapan insanlar olsa da tatbikata geçme hususunda eksikleri olan insanların olduğunu belirtmektedir. Dolayısıyla bu karakterdeki insanlar düşünmeden ve fikri çalışmadan haz ederken realitelerle yüzleşmekten ise olabildiğince imtina etmektedir. (Tahassüs: Kalben ve ruhen hislenmek, duygulanmak, Hasis: Cimri, Tıynet: Yaratılış, Müzmin: Uzun zamandan beri süren, kalıtsal, Müfrit: Aşırı , Hassa: Özgü, Bedmaye: Sütü bozuk, ahlaksız, Setretmek: Örtmek, gizlemek)
Yazarın incelediği en önemli hususlardan birisi ise insanın insiyaki ve itiyati huylarının değiştirilebilip değiştirilemediğidir. Bu anlamda daha çok yazar iki nazariyenin üzerinde ehemmiyet göstermiştir. Bunlardan ilki Terbiyenin ruh ve karakter üzerinde hakiki bir tesiri yoktur tezidir. Bu teze göre, bir çekingenin atılgan, bir tembelin çalışkan, bir korkağın cesur, bir hasisin cömert olmayacağından bahsedilir. Asırlardan beri din, ilim terbiye ve ahlak mevcut olmasına rağmen bugün insanların yine birçoğunun bu telkinlerin esasına uygun olarak yaşamadığının görüldüğü yalnızca bu söylemlerin tekrarlandığı görülmektedir. Çünkü huy ve tabiat ayrı mefhumlardır. Bir insanın huyu maddi varlığının bir hassasıdır. Madde değiştirilebilir ancak tabiatı ve mahiyeti değiştirilemez. İlgili nazariye uyarınca terbiye görmüş kötü huylar tıpkı tepesi kurumuş, fakat kökü cilt altında kalıp müzminleşmiş çıbanlar gibidir. Bu anlayışın en büyük mümessilleri, başta Hollandalı Schopenhauer olmak üzere Kant, Stuart Mill, Spencer'dır. Son zamanlarda Fransız fikir adamı Gustave Le Bon gibi bası sosyologlar, aynı anlayıştan hareket ederek ırkların ve milletlerin de fertler gibi muayyen karakterleri olduğuna ve bunların ilim ve medeniyetle asla değişmediğine inanmaktadırlar.
Diğer nazariye ise, daha müspet bir telakki ihtiva etmektedir. Buna göre, iyisi ve kötüsü ile birlikte, bütün huylarımız fıtri değil, mükteseptir. İnsan her türlü fikir, his ve huydan mücerret ve fakat her çeşit huy edinmeye müsait olarak doğar denmektedir. Özellikle gençlik döneminde alınıp da yerleşen huyların yetişkinlik döneminde terbiye ve irade kuvvetine yüksek seviyede mukavemet gösterdiği ifade edilmektedir. Fakat bütün güçlüklere rağmen, huyların en köklüsünün bile irade ve azmin iyi terbiye eşliğinde ezilip erimeye mahkum olduğu belirtilmektedir. Bu nazariyenin en kuvvetli temsilcilerinden birisi 18. yy'de yaşamış olan J.J. Rousseau'dur. (Cebriyecilik: Yazgıcılık, kadercilik, Fatalist: Yazgıcı, determinist, Alem'i Ervah: Ruhlar Alemi, Levh-i Mahfuz: Her şeyin hayatının ind-i ilahide yazması, Mukteza: Gerekli, bir iş yapılırken gerekli işlemlerin tamamı, Muhassala: Sonuç, bileşke, Uzvi: Organik, Gudde: Beze, İfraz: Salgı, Ayrılma, Mutedil: Ilımlı, Temrin: İdman, Belagat: İyi konuşma, ikna etme, Mutedil: Ilımlı, Kemiyet: Nicelik, İstidat: Yetenek, Umumiyet: Genellik, Vuzuh: Açıklık,Atıfet: İyi niyet ve sevgi gösterme, Haris: Çok hırslı)
Yazarın kesinlikle tasvip etmediği bir nazariye ise cebriyeciliktir. Bu anlayış Abbasi halifelerinin zamanından kalmakla birlikte Kur'an ve İslamiyet anlayışına da bugün dahi zarar vermeye ve onu yanlış şekilde lanse etmeye devam etmektedir. Çünkü Cebriyecilik tam olarak determinizm yani her insanın kaderinin önceden belli olduğu ve bu konuda insanın herhangi bir tasarruf yetkisine sahip olmamasını müdafaa etmektedir. Hatta bu görüşün insanlar üzerinde meydana getirdiği miskinlik ve tembellik huylarını körüklemesine istinaden yazar kısaca bahsetmekten fazlasına gerek olmadığı kanaatindedir.
Söz konusu 3 teoriyi inceleyen yazar tam olarak hiçbir teoriye katılmamakla birlikte kendi ifadeleri ile özetlemek gerekirse " Birer muhassaladan ibaret olan huylarımızın diyorum, hepsi aynı menşeden çıkan ve aynı unsur ve amillerin eseri olan şeyler değildir." şeklinde ifade etmektedir. Yani yazara göre bazı huylar değiştirilebilirken bazıları da değiştirilemez. Bu huyları da kendi aralarında kategorize ederek inceleyen yazar irsi duyguların ne yapılırsa yapılsın değiştirilemeyeceğini ancak insanın kendisini olabilecek en iyi şekilde geliştirmesi neticesinde olumsuz irsi huyların törpülenebileceğini ifade etmektedir.
Bir diğer huy çeşidi ise mizaca bağlı huylar olmakla birlikte bu huyların en mühim menşeinin kişinin fiziki naturası ve şahsi mizacı olduğu kabul edilmektedir. Bu huylar ise tamamen değiştirilebilinerek sonradan edinilmeye ve tashih işlemlerine uygun huyları ifade etmektedir.
Yazar mizaca bağlı huyları ıslah etmek için spor, musiki, ruhi itiyat ve irade kuvvetinin öneminden bahsetmektedir. Bunlardan ilk olarak spordan bahsederken; sporun organik mekanizma vasıtasıyla ruh ve karakter üzerinde çok müessir bir rol oynadığını ve bu yüzden mühim bir ruhi terbiye yöntemi olduğundan bahsetmektedir. Ancak sporun faydasının canlı, hareketli ve çekici bir oyun halinde yapılması gerektiğini ifade etmiştir. Spordan sonra diğer unsur olan musiki üzerine ise yazar, bu alanda özellikle insanlık tarihine büyük katkılar sunmuş olan Atinalılara atıf yapmıştır. Atinalıların gençlerin karakter terbiyesinde önem gösterdikleri etmenler olarak jimnastiğin, musikinin, lisan temrinlerinin ve belagat müsabakalarının önemine dem vurmuştur. Yazar bir kez daha alışkanlık yolu ile teşekkül eden kötü huyların esaretinin boyunduruk altındaki öküzlerin esaretinden daha ağır olduğunu ifade etmektedir. Yine önceden değinmiş olduğu gibi sigara, alkol gibi alışkanlıklarının ne kadar fark edilmese de ilk denemeden itibaren başladığını ifade etmektedir. Nitekim bunun yalnızca madde bağımlılığı ile sınırlamamakta kötü ruh alışkanlıklarının da ilk davranış itibariyle ortaya çıktığını ifade eder. Tıpkı yalan, dalkavukluk, iradesizlikte olduğu üzere...
Sonuç olarak sayılan nazariyeler sonucunda yazar bu teorilerin tam olarak gerçeği yansıtmak konusunda muvaffak olamadığını düşünerek insanın bazı huylarının ırsi olduğu için sonradan değiştirilemediğini savunsa da birtakım huylarının özellikle sonradan iktibas edilen itiyatların yine zamanla tahsis edilmesinin en başta edinilerek bir temayül haline getirilmesi gibi değiştirilmesinin mümkün olduğunu ifade etmektedir.
Yazar bir diğer önemli başlıkta ise muvaffakiyet ve verimli çalışmanın esaslarına ilişkin şahsi ve genel önerilerini sıralamış ve bu konuda özellikle muvaffak olmanın temiz yürekli ve doğru şekilde ilerleyen insanlar tarafından saadetin gerçek istikametine bir vuslat imkanı tanıdığını belirtmektedir. Burada kişinin muvaffak olması için öncelikle şu prensibi unutmaması gerektiğine değinerek asıl marifetin her ne şekilde olursa olsun çalışmakta değil; çalışmayı verimli hale getirerek yani muayyen nispetteki emekle maddi, manevi veya ilmi bakımdan fayda elde edilmesinin gerekli olması gerektiğini belirtmiştir.
Yazara göre verimli çalışmanın bedeni, hissi ve akli olmak üzere 3 şartı mevcuttur. Bedeni şart olan sağlığın konu kapsamına girmemesi sebebiyle öncelikle hissi şartından başlamak gerekirse çalışmayı sevmenin mutlak ve belki de en önemli şartının yapılan işi veya çalışılan dersi sevmek gerekliliğinden kaynaklanmasıdır. Bu sebeple ne olursa olsun kişinin öncelikle sevdiği işi seçmesinin lüzumuna dem vuran yazar "Ne mutlu o insana ki, serbestçe seçtiği meslekte severek çalışır. Severek çalışan yorulup yıpranmaz. Ne ceza ne mükafat kamçısı beklemez" demiştir.Ayrıca insanların büyük çoğunluğunun istediği işte çalışamamasının sebebinin ise cemiyetlerimizin henüz rasyonel bir çalışma teşkilatına sahip olmalarının olduğunu belirtmektedir. Ayrıca işlerin rasyonel bir esasa, kuvvet ve kabiliyetlere göre değil; tesadüfe ve çok kere hayat zaruretlerinin muhtelif gereksinimleri neticesinde teşkil etmesinden kaynaklandığını ifade etmektedir. Yazar bu konuda son olarak "İnsan için mevki, servet ve şöhret gaye değildir. (En azından birçok insan için de denilebilir) Gaye olan saadettir. (Burada günümüzdeki popüler ve sığ anlamıyla mutlu olmak değil saadetin asıl muhtevası olan iç huzura ermenin sırlarından bahsetmektedir.) Saadetin şartı ise, insanın kendi içi ile uyumlu yaşamasıdır. Beni dinle! İçinle, işin ve mesleğin uyumlu olsun. Huzur ve saadet bundadır" demektedir.
Muvaffakiyet için gerekli olan diğer şart ise verimli çalışmaktır. İnsanın emeği mahsulü ve neticeleri üzerindeki haklarının kendisine temin edileceğinden ve cemiyette ehil ve layık olduğu yeri alabileceğinden şüphe etmemesi bir diğer adıyla tevzii adalet başarının en önemli yapıtaşlarından birisini teşkil etmektedir. Bu tür adalet ise insan için devlet halinde yaşamanın sebep ve hikmetlerinin başlıcasıdır. Yazarın muvaffakiyet konusunda bahsettiği en önemli unsurun zeki olmak veya akıllı olmaktan kaynaklanmadığını Descartes'in önceden de ifade etmiş olduğu üzere metotlu ve rasyonel çalışmadan kaynaklandığını belirtmiştir.
Çalışma hayatında ekseriye muvaffak olmanın yollarını kısaca özetleyen yazar ilk olarak Bir zamanda birden fazla işin yapılmaması gerektiğini birden fazla iş yapmak isteyenin işlerinin neredeyse hiçbirini tam olarak yapamayacağını belirtir. Buna ilişkin İslam mütefekkiri İmam-ı Gazali'nin en önemli eserlerinden birisini nasıl meydana getirdiğini soranlara bir zamanda yalnız bir fasılın, bir bahisin ve bir meselenin üzerinde çalışması şeklinde cevap verdiğini örneklemiştir.
Başlanılan bir işin muhakkak yapılıp bitirilmesi gerektiğini söylemiştir.
Rastlanılan güçlüklerin öncelikle parçalara veya kısımlara ayrılarak analiz edilmesini ardından bu zorluklarla sıra sıra mücadele edilmesinin gerektiğini belirtmiştir. Bu yönteme de her zaman en kolay kısımdan başlayarak olayın ve işin güçlüklerinin temelini kavramanın en önemli aşama olduğunu ifade etmiştir.
Devamlı ve düzenli çalışılarak günün hep aynı saatlerinde çalışmaya oturulmasının gerekli olduğunu söylemiş ve çalışmanın uzun bir fasıla ile bölünmemesi gerektiğini belirtmiştir.
Bir iş üzerinde yorulunduğunda dinlenmek için işin değiştirilmesini veya hızının yavaşlatılması gerektiğini belirten yazar dinlenme bahanesiyle boş oturulmaması gerektiği konusunun ise özellikle üstünde durmuştur.
“Çok düşün ve bil ki, çalışmak mutlaka hareket etmek, okumak veya yazmak değildir. Düşünen bir insan maden kuyularında kazma sallayan işçiden daha çok çalışıyordur” demiştir.
Fikri çalışmalar için aynı saatlerde olmak üzere günde iki üç saatin bile kafi olduğunu belirten yazar, İslam Filozofu İbni Sina'nın Kitabüş Şifasını her sabah namazından sonra kuşluk vaktine kadar yani iki saatlik bir periyotta kaleme aldığını belirtmiştir. Ayrıca meşhur filozoflardan Spencer'ın eserlerini günde iki saatlik bir tempo ile tamamladığını belirtmiştir.
Her gün iyi bir eserden yüksek sesle beş ila on sayfa arasında yüksek sesle okuma yapılmasını tavsiye etmiştir. Böylece söz söyleme istidadının inkişaf edeceğini belirtmiştir.
Rastlanılan edebi veya felsefi parçaların bir kısmının ezberlenmesinin de kelime haznesinin genişlemesinde ve hafızanın kuvvetlenmesinde önemli bir tesiri haiz olduğu belirtilmiştir.
Bir dersi bir kitabı en iyi anlayıp öğrenmenin yolunun ise onu bir suretle yazmanın olduğunu ifade etmiştir.
Sözlerin ve yazıların açık ve anlamlı olmasına özen gösterilmesi gerektiği hatırlatılmıştır.
Fikri çalışmanın kişinin kendisine uygun olan zamanların belirlenmesi suretiyle en verimli zamanlarda idrak edilmesi gerektiğine dem vurmuştur.
Okunulan bir kitapta, rastlanılan güzel bir parçanın veya orijinal bir fikrin yerini ve sahifesini not etmenin ileride bir yazı kaleme alınmak istendiğinde güzel bir kaynakça olabileceğinden bahsedilmiştir.
Bir mevzu hakkında bir yazı veya eser meydana getirilmek istendiğinde öncelikle bu konuda mevcut eserlerin incelenmesi gerektiğinin önemine değinilmiştir.
Bir işin yapılmasında kararsızlığa düşüldüğünde ise yapıp yapılmayan senaryolardaki değerlendirmenin telakki edilerek en az zararlı olan yöntemin tatbik edilmesi gerektiği hatırlatılmıştır.
Kimsenin cahilliğinin yüzüne vurulmaması gerektiği bu davranışın insanlar üzerinde yalnızca kızdıran ve gücendiren bir tesire sahip olduğunun altı çizilmiştir.
Kin tutmanın veya kıskanmanın anlamsız olsa da imrenmenin başarıya götüren yolda bir motivasyon kaynağı olduğunun unutulmaması gerektiği ifade edilmiştir.
En yakın arkadaşlarınla bile şakaların zarif olsun. Kaba şakadan hayvan bile hoşlanmaz.
Dostluğunu kötü günde gösteren insanın kötü gününde de dostunun görüneceği belirtilmiştir.
Dostlara vefalı, düşmanlara ise müsamahalı olunması lazım geldiği, alt edilen düşmanın üzerine daha fazla gidilmeyerek alicenaplık gösterilmesi gerektiği tavsiye edilmiştir.
Sonunda pişman olunacak olan bir işin en başından düşünülerek pişmanlık denen aptallık durumuna düşülmemesi gerektiği hatırlatılmıştır.
Ulaşılan başarılar sonucunda mağrur olunmaması gerektiği bu durumun bir sonraki başarının engelleyicisi olacağına dikkat çekilmiştir.
İyiliğe karşı iyilik adalettir. İyiliğe karşı kötülük cinayettir. Kötülüğe karşı iyilik, ihsan ve atıfettir ve insanlığın en yüksek mertebesidir.
Mütevazi insan meyve ağacına benzer. Meyve dalının yere eğilmesi meyvesinin çokluğundandır felsefesinin benimsenmesi gerekir.
Daima çalışılmalı ancak hırstan kurtulunmalıdır. Çünkü hırs yazara göre verimli ve sağlıklı çalışmanın ayrıca saadetin düşmanıdır.
Hayatın ve tutacağın yol konusunda tereddüde ve kararsızlığa düşüp de bir yol aradığın zaman reyini soracağın kimseyi iyi seçmenin öneminden ve bu fikirden hareketle vereceğin karardan bir ömür boyu etkileneceğinin farkında olunması gerektiğinden bahsedilmiştir.
Yazarın son konuya ilişkin bizzat yaşamış olduğu bir hadise ise istiklal savaşından döndükten ve eğitiminin yarım kalması sebebiyle tahsilini bitirme ve bir an önce para kazanma aşamasına geçilmesi ikileminde kaldığı bir dönemde mütederrislerinden birisinin "Tereddüdü bırak ve tahsile devam et. İnsan ihtiyarlığına kadar ömrünün her çağında iş hayatına atılabilir ve az çok muvaffak olur. Fakat okuyup öğrenmenin muayyen bir çağı yoktur. Bu çağı geçirirsen bir daha ona geri dönemezsin ve istidadını heder etmiş olursun. Okuyup öğren de sonra istersen tüccar ol. Bunda bir zararın olmaz." demiştir. Bu tavsiye sayesinde bir diğer arkadaşına da kılavuzluk yapma şansına nail olan yazar o arkadaşının hayatı üzerinde de mütederrisinin olumlu tesiri ile mühim bir kilometre taşı olmuştur.
DEĞERLENDİRME:
Konu: Yazarı Prof. Dr. Ali Fuad Başgil tarafından gençlere yönelik tavsiye ve hayat tecrübelerinin bahsedildiği eserdir.
Üslup: Yazarın bilim insanlarına göre oldukça yalın ve sade bir dil kullanması eserini oldukça anlaşılır hale getirmiştir. Yazarın aynı zamanda akademisyen olması anlatımındaki bazı kelimelerin günümüz Türkçe’sinde yaygın olmaması sebebiyle anlamını zorlaştırmış gibi gözükse de, dile oldukça hakim bir kullanım gerçekleştirildiğinin de belirtilmesi gerekmektedir.
Özgünlük: Eser, niteliği itibariyle bu kategoride değerlendirilmeyecektir.
Karakter: Eser, niteliği itibariyle bu kategoride değerlendirilmeyecektir.
Akıcılık: Üslup bölümünde belirtilen hususlar dikkate alındığında, eserin sürükleyicilik konusunda biçemden dolayı zor olduğu ifade edilebilirse de, notlar bölümünde belirtilen kelimeler ile anlaşılması daha kolay olacaktır.
Genel: Yukarıda belirtilen kriterler uyarınca 10 üzerinden gerçekleştirilen değerlendirmede:
Konu: 8
Üslup: 7,5
Akıcılık: 7
puanlarını alan eserin genel ortalaması ise, 7,5 puandır. Eserin değerlendirme puanı pek yüksek gözükmese de herkes için kesinlikle okunması ve üzerine düşünülmesi gereken kitaplardandır. Bazı kitaplar okunup geçmek, bazıları ise, uzun uzun sindirilmesi gerekmektedir. Yazarın bu eseri sindirilerek okunması ve önemli bilgilerin kanıksanarak hayata yön verilmesine yol açan kitaplardan olduğundan bu değerlendirmedeki unsurlara bakılarak dikkate alınmaması gereken eserlerden birisi olduğunun ifade edilmesi gerekmektedir.
(*) : Alıntılar başlığındaki bütün kısımlar:
GENÇLERLE BAŞBAŞA
Yayınevi: Yağmur Yayınları
Baskı: 137. Baskı – Eylül 2019
kapakta kullanılan fotoğraftaki kitaptan alıntı olarak kullanılmıştır.
Comments