YORUMLAR:
Sabahattin Ali'nin kült eserlerinden birisi olan romanında, Ömer isimli ana karakterin uzak akrabasının kızı olan Macide'yi vapurda görmesi ve kendisine vurulması ile başlayan olaylar zincirinde Macide'yi romantik sözler ve tutkulu bir aşk ile sevdiğini ifade etmesi, Macide'nin ise, bu sözleri adeta hiç sorgulamadan (dönemin de etkisi ile, erkekler ile kadınların fazla iletişim kurmamalarının da bir tesiri ile) gerçek telakki edip yoğun duygulara kapılması birçok olayın önünü açmıştır.
Romanda büyük bir etki oluşturan Bedri karakteri ise, iffet ve bütün ciddiyeti ile görevini yürütme gayreti içinde olan sanatçı ruhlu bir müzik öğretmeni iken, Macide Bursa'da onun derslerine girdiği zamanlarda bir yanlış anlaşılma sonucu ona karşı farklı duygular beslemiş gibi değerlendirilmiş ve oldukça zorluklar çekmiştir. Fakat, Bedri karakterinin kitap boyunca dikkat çektiği unsurlar okuyucular için oldukça temel ve toplumsal anlamlar içermektedir. Bu yönden yazar, okuyucuya aktarmak istediği birçok dersi bu karakter vasıtasıyla iletmeyi tercih etmiş denilebilir.
Macide'nin kaldığı evde, annesinin Bursa'da olması ve teyzesinin bulunması, kendisinin de yeri geldiğinde sözünü hiç sakınmıyor olması sebebiyle Ömer ile münasebetlerinin öğrenilmesi, geç saatlere kadar beraber vakit geçirmeleri sonucunda oldukça tepki görmüştür. En sonunda onlara dayanamayarak o geleneksel ve bir o kadar da şekilci insanlardan kurtulmak istediği için evi terk etmiştir. Bunun üzerine Ömer ile birlikte yaşamaya başlamışlardır.
Ömer ile evlenmeden bir süre yaşamaya başlayan ve Ömer'in çok da faydalı olmayan arkadaş çevresi sebebiyle Macide bir süre sonra aniden almış olduğu birlikte yaşama kararından pişmanlık duymaya başlamıştır. Çünkü Ömer, duygularını çok yoğun bir şekilde dile getirse de, esasında vermiş olduğu sözler ve hedeflerinin peşinden gitmekte büyük zorluk çekmektedir. Burada yeri geldiğinde Bedri ile araları bozulmuş yeri geldiğinde de Macide ile kendi arkadaş çevresi sebebiyle oldukça sorunlar yaşamışlardır. Ömer'in sözde aydın geçinen arkadaşları ile toplantılarında alkol eksik olmasa da her zaman üstten konuşmaları dikkat çekmektedir. Fakat bu konuşmaların yapay ve sığ olduğu her seferinde Bedri tarafından okuyucuya da özenle aktarılmıştır. Ömer'in de bu güruh ile olan iletişimi ve onlara yaranma çabası bir aşamada Macide'ye karşı oldukça kötü niyeti olan arkadaşlarına karşı Ömer'in Macide'den anlayış beklemesini dahi isteyecek konuma gelmiştir.
Hatta öyle bir zaman gelir ki, Ömer bankada tanıdığı arkadaşı olan memurun açığını öğrendikten sonra kendisine para vermesi için ona şantaj yapmaktan da geri durmamıştır. Aynı zamanda muhalif dergilerde de ,marjinal gözükmek için vakit geçirdiği arkadaşlarının etkisiyle, birtakım yazılar neşretmiştir. Bunun sonucunda tutuklanarak dip noktaya düşen Ömer, en sonunda Macide'nin kendisi gibi birisinin yanında harap olmasını istemeyerek onu Bedri'ye emanet etmeye karar verir.
Romanın temeli kısaca bu şekilde özetlenebilse de, yazarın kitabın adını da kullanarak vermek istediği en net mesaj; Ömer'in kitap boyunca yaptığı kötü işleri içindeki şeytan diye tabir ettiği olmayan soyut bir varlığa yükleyerek sorumluluklarıyla yüzleşmekten kaçınması olmuştur. En son Ömer, aşağıdaki son notta da belirtildiği üzere hem kendisindeki hem de kendisi gibi olan insanların içindeki şeytanın aslında ne olduğunu çok güzel bir şekilde ifade etmiştir: " İçimizdeki şeytan pek de kurnaz olmayan bir kaçamak yolu... İçimizde şeytan yok... İçimizde aciz var... Tembellik var... İradesizlik, bilgisizlik ve bunların hepsinden daha korkunç bir şey; hakikatleri görmekten kaçma itiyadı var..." Günümüzde de hala sıkça kullanıldığı ve kendimizi kandırmak için çeşitli versiyonlarla desteklediğimiz bu şeytan kendimizden başkası değildir. İçimizdeki asıl şeytan, soyut ruhani bir varlık da değil, tam olarak kendi irademiz, cahilliğimizdir. Ülkemizin geri kalmasına, insanlarımızın bu kolay yola başvurarak kendileri ile yüzleşmedikleri gerçeğine dayanması romanın tarihinin eski olsa da mesajının güncel olmasını sağlayan bir unsur olmuştur. Artık, kim olursak olalım, ne kadar entelektüel gözükürsek veya davranırsak davranalım bilmediklerimizle yüzleşmenin, irademizin zayıf ya da bilgimizin yetersiz olduğu konuları kendimize itiraf ederek olmadığımız kişi gibi bir hayat yaşamayı bırakıp "içimizdeki şeytan"a bir çözüm yolu bulmanın zamanı gelmiştir.
Sonuç olarak, kitaptaki birçok sözde aydın geçinen batı meraklısı kişilere ilişkin oldukça anlamlı mesajlar veren yazar, bu konuda ülkemizin gelecek nesillerini de uyaran bir eseri kaleme aldığını bizlere göstermiştir. Bulunduğu konum ve sahip olduğu tarih ile Türkiye'nin, her zaman hem batının hem de doğunun birikiminden faydalanması gereken bir ülke olduğunu unutmaması gerekmektedir. Eğer bir tarafa fazla meyil ederse, kendisini her iki taraftan da uzaklaşmış olarak yalnız bir şekilde bulması işten bile değildir.
NOTLAR(*):
Emin Kamil isimli karakterin "Tükürdüm gözlerimi ağzımdan boncuk gibi" satırının yorumlanması aşamasında Bedri'nin Ömer'e cevabı: "İşte Emin Kamil'in istediği de bu... Bir şey anlaşılmadan garip bir tesir yapmak... Ne kadar basit insanlarız... Doğru dürüst oturup düşünürsek bu manzumenin dünyada yazılabilecek en basit hokkabazlıklardan, yavelerden biri olduğunu eminim ki teslim ederiz. Hiçbir erin ve kuvvetli hisse, hiçbir büyük ve insanı sarsan fikre dayanmadan, sırf göz boyamak, esrarlı görünmek için yazılan bu beş on satırda, bir talebede bile mazur göremeyeceğimiz aleladelikler var... Yalnız şair, bizim ne mal olduğumuzu bildiği için, birkaç ucuz ve basit vasıtaya müracaat etmiş: Bunlardan birincisi, tesirli olduğunu şu ana kadar daima ispat eden mistik havadır. Cahil ve dalavereci bir yobazın kendini muhitte yutturmak için müracaat ettiği esrarlı ve muammalı birkaç formül, dini teşbih, bir iki karanlık ifade bugün bile derhal aydınlık düşünceleri bulandırıyor. Kendilerinde bir şeyler bulunduğunu vehmeden bütün acizlerin hiç şaşmadan bu basit çareye: Karanlık ve karışık olmak suretiyle derin ve manalı görünmek hilesine başvurduklarını unutuyoruz. Sonra Emin Kamil kendini bize enteresan göstermeye, ikide bir değiştirdiği birbirinden yaman kanaatlar ve imanlar ile gözümüzde büyülü bir perde yaratmaya da muvaffak olmuş. Birçok halleri, başkalarında bizi derhal güldürmeye kafi gelecek saçmalıkları, etrafına hürmetsizlikten ve saygısızlıktan doğan patavatsızlıkları ve küstahlıkları bize büyük bir şahsiyetin ifadeleriymiş gibi geliyor. Hakikaten şahsiyet sahibi bir insanda bulunması gereken sarsılmaz iç muvazenesinin, insanlığa ve bittabi insanlara, onları kör, aptal yerine koymayacak kadar kadar kuvvetli bir hürmetin, onda mevcut olmadığını fark etmiyoruz. Bak " Tükürdüğüm gözlerimi ağzımdan boncuk gibi" mısraı üzerinde, hepsi de ahmak olmayan şu bir sürü insan ciddi ciddi münakaşa ediyor ve bu şair, kendi büyüklüğüne kendi de inanarak, minnettar gözlerle onlara bakıyor. Halbuki yüzüne dikkat etsen, ruhunun iç taraflarında nasıl külçe halinde bir yalanın saklı olduğunu görürsün. En korkunç yalan da budur: Kendimize karşı bile kullanacak kadar pençesine düştüğümüz bu derin ve gizli yalan... Onu içinde yaşadığı cemiyet üzerinde düşünmekten alıkoyan, Budizme götüren, Çin felsefesine saptıran, tasavvufa daldıran hep bu ruhundaki büyük yalandır. Kainatin alelade seyri ile, maddi şeylerle hiç alakası yokmuş gibi görünen zekası, zengin babasından para koparmak için öyle kurnazca, öyle esnafça hileler bulur ki, bir sene düşünsen akıl edemezsin... İhtiyar ve zengin babası da oğlunun dehasına inanmıştır. Buna rağmen para işlerinde titiz davranmak ister. Ve Emin Kamil yeni bir vurgun vurmak için ya "Avrupa'ya bir kongreye davet edildim!" yahut " Yeni bir mecmua çıkaracağım... Dünya parmak ısıracak" gibi şeyler uydurur. Sahte üdebayı eve götürüp kendini babasının yanında göklere çıkartır;mevhum Avrupa tabilerinden babasının anlamadığı dilde yazılmış içi takdir ve hayranlık cümleleri ile dolu teklif mektupları alır. Sonra bu kadar ustalıklı tiyatrolar tertip eden adam, çiftliğinde yalın ayak dolaştı diye, dahi olduğuna, büyük şair, uçsuz bucaksız mütefekkir olduğuna bizi inandırır. İnsanların en zayıf tarafları, sormadan, araştırmadan, düşünmeden, kafalarını patlatmadan inanmak hususundaki hayret verici temayülleridir. Dünyadaki yalancı peygamberleri yetiştirmek ve beslemek için en iyi gübre, işte bu bilmeden inanmak için çırpınan kalabalıklardır. " demiştir.
Ömer'in hapse girmesi akabinde Macide'den uzaklaşmaya çalışan Ömer'in çevresine ilişkin merakta kalması üzerine Bedri: " Bu adamların hepsi büyük bir tezat ve ikilik içinde çırpınıyorlar. Hiçbiri sırtında taşıdığı ve muhafazaya mecbur olduğu mevki veya paye ile ahenk halinde yaşamıyor. Kafaları zeka itibariyle olsun, yarım yamalak bilgileri itibariyle olsun, merhamete muhtaç halde. Şahsiyetleri kırpıntı bohçası gibi. Her şeyleri iğreti, her vasıfları, her kanaatleri iğreti... Basit bir insan, mesela hiç okuması yazması olmayan bir köylü, bir amele, lalettayn bir adam bunlardan çok daha mükemmel bir bütündür. Çünkü o adam, mesela Hasan Ağa, Hasan Ağa olarak düşünür, böyle yaşar. Hükümleri hayatın verdiği birtakım tecrübelerin neticesidir ve kendine göredir. Konuşurken karşısında Hasan Ağa'dan başkası yoktur. Fakat bu efendilerin hiçbirisi kendisi değildir. Fikir diye ortaya attıkları her şey, kafalarına rastgele doldurdukları hazmedilmemiş, acayip birbirine zıt bilgilerin tahrip edilmiş şekillerinden ibarettir. Mesela Mehmet Beyle asla Mehmet Bey olarak konuşma imkanı bulamazsın. Siyasetten bahsedecek olsan karşında şu Fransız gazetesinin veya bu diktatörün nutkunu bulursun. Müzik lafı açsan bilmem hangi gavurun kitabı veya hangi Müslüman'ın makalesiyle karşılaşırsın...Beğendiği yemeği söylerken bile Mehmet Bey değildir. Mühim adamların nasıl yemekleri beğenmesi gerektiğini düşünmeden bir şey diyemez. Çok kere iki lafı birbirini tutmamak mecburiyetindedir. Çünkü edebiyat hakkında duyup veya okuyup benimsedikleri şu müellifin fikirleri ise, tesadüfen müzik hakkındaki bilgileri de, dünya görüşü ve sanat anlayışı itibariyle ona taban tabana zıt bir başka muharrirden edinmedir. Bu belkemiksiz malumat ve kanaatler mütemadiyen kopar, birbirinden ayrılır, sahibiyle münasebetleri mütemadiyen değiştirir. Çünkü hiçbirinde fikirler ve bilgiler şahsiyet haline gelmemiştir. Hiçbiri ukalalık etmek için malzeme toplamaktan başka bir şey düşünmemiştir. Hiçbiri insanı insan yapan şeyin şahsiyet olduğunu, bütün ilimlerin, bütün tecrübelerin yalnız bunu temine yaradığını anlamamıştır. Onun için bu nevi insanlardan bahsedilirken boyuna birbirine uymaz sözler duyarız. Biri aptaldır derken öteki akıllı, biri ahlaksız derken diğeri haluk der. Şu tarafı iyi ama şu tarafı çürük diye hükümler verilir. Bir insanın bilgisi, düşünceleri, mantığı, ahlakı, hülasa her şeyiyle bir kül olduğunu henüz anlayan yok. Bu muhtelif taraflar bir insanda ne kadar aynı çehre gösterirse göstersin, bir noktada birleşir ve bir ahenk vücuda getirirler. O nokta da şahsiyet dediğimiz şeydir. İşte bunun işçin ben bu yarım, bu iğreti, bu zavallı ve gülünç adamlarla ahbaplık etmekten sıkılıyorum. Buna mukabil, piyano dersi verdiğim sekiz yaşındaki bir çocuk, eğer ailesi tarafından gayret edilip daha bu yaşta kuşa benzetilmemiş ve tabi halinde inkişafa bırakılmamışsa, benim gözümde birçok büyük muharrir ve mütefekkirlerden daha alaka verici bir mahluktur. Bir garson, bir kayıkçı, şahsi fikirleri olmak, gördüğü ve öğrendiği şeyleri kendien mal etmek bakımından, bizim münevverlerin hepsinden üstün ve kıymetlidir. Konuşurken birçok şeyler öğrenirim ve karşımda bir insan görürüm, hazin ve geveze bir kukla değil... Siz onları uzaktan bir şey zannettiniz, fakat yavaş yavaş ne mal olduklarını gördünüz... Hiç hayret etmeyin... Hatta onların küstah ve mütecaviz hallerini bile mazur görün... Çünkü alelade bir insan bile olmadıkları halde kendilerine bir de münevver insan payesi verilince ve hayattaki mevki ve itibarlarını kaybetmemek için bu sıfatı akla hayale gelmeyecek hokkabazlıklarla muhafazaya mecbur kalınca, pek tabii olarak dalavereci olacaklar, ahlaksızlaşacaklar ve mütemadiyen birbirlerinin kıymetsizliklerini ortaya vurarak kıymetsizliğin esas olduğu kanaatini uyandıracaklar... Bereket versin herkes böyle değil... Daha sarp yollarda yürüyen fakat buna mukabil insan denecek bir insan olmak isteyenler de var... Belki pek az... Ama var... Unutmayın ki, dünyada en korkunç şey, ümidini kaybetmektir. Bu söylediğim gibilerin az ve henüz kendilerini tam göstermemiş olması, günün birinde iyinin, doğrunun ve kıymetlinin hakim olacağından ümidi kesmeyi icap ettirmez... Bugün şurada burada teker teker yaşayan ve çalışanlar yarın birleşince kuvvet olacaklar ve en kuvvetli silahı; haklı olmak silahını ellerinde tutacaklardır." demiştir.
Yukarıda geçen sözler sonrasında Ömer'in yalnızca Bedri ile konuşmak istemesi ve Macide'nin dışarıda beklemesi üzerine Bedri'ye söyledikleri ise: " Bugüne kadar ne yaptığımı düşündüm. Bir sıfırdan başka netice alamadım. Hayatta hiçbir şey yapmış olmamak gibi korkunç veya utandırıcı bir şey var mı ? Son zamanlara kadar " fena yapmıyorum ya" der ve kendimi temize çıkarmaya çalışırdım. Fakat hadiseler gösterdi ki, fena olmayışım tesadüfün eseriymiş, fırsat düşmemiş, zaruret olmamış. Nitekim hayatın ilk çelmesinde yuvarlanıverdim. İyilik demek kimseye kötülüğü dokunmamak değil, kötülük yapacak cevheri içinde taşımamak demektir. Bende bu fena cevher fena miktarda mevcutmuş. Belki herkeste var... Fakat insan olan onu söküp atmasını, yahut boğmasını biliyor... Dokunmadan bırakmak, bir gün başını kaldırmasına meydan vermek olur... Sana ahlak vaazı verecek değilim. Yalnız benim gibi eş dost arasında akıllı geçinen bir insanın nasıl olup da bu kadar manasız ve bomboş bir gençlik geçirdiğine herkesten evvel kendimin hayret ettiğini söyleyeceğim... Evvela bunun farkında değildim. Kendilerini derecesiz bir zeka kabiliyete sahip sayan arkadaşların arasında, mukaddes ve mağrur bir aptallığa sırtımı vererek yaşıyor ve sırf bununla mühim bir şey yaptığımı sanıyordum. Zekam bütün kuvvetini, içinde bulunduğu ana sarf ediyordu. Yerinde bir cevap, keskin bir nükte bütün hakikatlere bedeldi. Böyle günübirlik bir fikir hayatının tabii bir neticesi olarak tezatlara, manasızlıklara, hatta edepsizliklere düşüyordum. İsteyip istemediğimi doğru dürüst bilmediğim, fakat neticesi aleyhime çıkarsa istemediğimi iddia ettiğim bu nevi söz ve fillerimin daimi bir mesulünü bulmuştum: Buna içimdeki Şeytan diyordum; müdafaasını üzerime almaktan korktuğum bütün hareketlerimi ona yüklüyor ve kendi suratıma tüküreceğim yerde, haksızlığa, tesadüfün cilvesine uğramış bir mazlum gibi nefsimi şefkat ve ihtimama layık görüyordum. Halbuki ne şeytanı azizim, ne şeytanı? Bu bizim gururumuz, salaklığımızın uydurması... İçimizdeki şeytan pek de kurnaz olmayan bir kaçamak yolu... İçimizde şeytan yok... İçimizde aciz var... Tembellik var... İradesizlik, bilgisizlik ve bunların hepsinden daha korkunç bir şey; hakikatleri görmekten kaçma itiyadı var... Hiçbir şey üzerine düşünmeye, hatta bir parçacık durmaya alışmayan gevşek beyinlerimizle kullanmaya lüzum görmeyerek nihayet zamanla kaybettiğimiz biçare irademizle hayatta dümensiz bir sandal gibi dört tarafa savruluyor ve devrildiğimiz zaman kabahatli meçhul kuvvetlerde, insan iradesinin üzerindeki tesirlerde arıyoruz." demiştir.
DEĞERLENDİRME:
Konu: Eser, Macide ile Ömer arasında başlayan aşk ilişkisi sonrasında evlenmek üzere birlikte yaşamaya karar veren bir çiftin bu süreç içerisinde Ömer'in yaptıkları ve yaşadıkları hayat yüzünden geç de olsa birbirlerine uygun olmadıklarını anlatmaktadır. Ömer'e ise, tüm ülkemizin ve dünyadaki insanların sorunu olan içimizdeki şeytanın tam manasıyla tanımını yaptırmayı başarmıştır.
Üslup: Yazarın, anlaşılır üslubu, geniş kelime dağarcıyı ve çeşitli psikolojik tahliller ile normalde ağır ve ağdalı olması gereken bir kitabın üslubunu dahi hafifletmeyi ve kendine özgü bir hale getirmeyi başarmıştır. Bu yönden eser, başarılması zor bir üslup seviyesinde değerlendirilmesi gereken romanlardan birisi olarak addedilmeyi hak etmektedir.
Özgünlük: Eserin konusu birçok kişi tarafından hem yazıldığı dönemde hem de günümüzde konu edilse de, konunun zamansız olması dolayısıyla etkisini devam ettirmektedir. Bu açıdan özgün bir konunun olmadığı söylenebilirse de eserde asıl aranan niteliğin özgünlük olmadığını belirtmekte fayda vardır.
Karakter: Eserin en önemli karakterleri olan Ömer, Macide ve Bedri üçlüsü arasında kurulmuş olan senaryo diğer yardımcı karakterler ile de oldukça zenginleştirilmiştir. Örneğin, yeri geldiğinde Avrupa özentisi olan ancak ne Avrupa'nın gerçek felsefesini idrak edebilmiş ne de bu topraklarda yaşamanın mesuliyetini kavrayamamış olan sözde aydın kesimine de etkili tenkitler içeren karakterler bulunmaktadır. Bu yönüyle yazar, karakterleri üslubu ile destekleyerek verilmesi planlanan mesajların vasıtaları olarak kullanmayı tercih etmiş ve oldukça etkili bir eser meydana getirmiştir.
Akıcılık: Eser, kullanılan üslup ile bir araya gelmiş ise de aksiyon yönünden sürekli akıcılık içermemektedir. Fakat akıcılık unsuru için her zaman olumsuz bir tesir bırakabilen psikolojik tahlillerin hem detaylı hem de açık bir şekilde tasvirinin gerçekleştirilerek bu unsurun korunması Sabahattin Ali dışında çok az sayıda yazarın başarabileceği yetkinlikler olarak kendisini göz önüne çıkarmıştır.
Genel: Yukarıda belirtilen kriterler uyarınca 10 üzerinden gerçekleştirilen değerlendirmede:
Konu: 8.5
Üslup: 8.5
Özgünlük: 7
Karakter: 9
Akıcılık: 8
puan almıştır. Eserin genel ortalaması ise, 8.2 puan ile oldukça değerli bir roman olduğunu göstermektedir. Günümüzde Sabahattin Ali denilince akla gelen ilk 3 romandan birisi olan eserin, neden bu kadar tanınmış olduğu; içermiş olduğu evrensel nitelikteki mesajlar ve ülke yapımız için ihtiva ettiği mesajların önemi ile anlaşılmaktadır.
(*) : Notlar başlığındaki bütün kısımlar:
İÇİMİZDEKİ ŞEYTAN
Yazar: Sabahattin Ali
Basım Tarihi: 59. Basım - Ocak 2020
Yayınevi: Yapı Kredi Yayınları
kapakta kullanılan fotoğraftaki kitaptan alıntı olarak kullanılmıştır.
Komentáře