YORUMLAR:
Stefan Zweig'in kaleme almış olduğu ve tarihin kendisi için en önemli anlarını kısaca tarihi notlar ve hikayeler ile anlatan yazar, okuyucular için hem roman tadında hem de tarihi bir eseri ortaya koymayı başarmış.
Notlar kısmında da belirtildiği üzere, insanlık tarihi için dönüm noktaları ve insanlık için ulvi hadiselerin meydana geldiği örnekler eserde açıkça görülmektedir. Burada, yeri geldiğinde Handel'in unutulmaz eserlerini nasıl meydana getirdiği ve bunun neticesinde kendisinden geçerek ölüme gittiği kısımlar bahsetmeye çalıştığım ulvilik kısmına dair oldukça etkileyici bir kalem ile ifade edilmiştir.
Bunun yanında, Napoleon'un ve aynı zamanda Avrupa tarihinin de en önemli savaşlarından olan Waterloo'nun kaderini belirleyen generallerinden birisinin basit bir komutu yerine getirmek pahasına kendisine en başta verilen emri tam olarak yerine getirmesi de okuyucu için büyük hayati dersler taşımaktadır. Bu örnekten görüleceği üzere, bazen yalnızca emrin yerine getirildiği ve bir sorumluluğun alınmak istemediği hallerin tahmin edilemeyecek sonuçlara sebep olacağı insan hayatında akılın akıldan üstün olduğu ve belirli durumlarda değişen şartların gözetilerek gerekirse birtakım emirlere de aykırı gelinmesi gerektiği gösterilmektedir.
Yine, telgraf tellerinin ABD ve Avrupa arasında ilk kez çalıştırılması için geçen süreçte, herkesin ümitle Field'ı desteklemesi ancak birkaç başarısızlıktan sonra herkesin ona arkasını dönmesine karşın onun umutlarını kaybetmemesi sayesinde bu hedefin tamamlandığı unutulmamalıdır. Söz konusu bölümdeki en önemli mesaj da, kimsenin umudu kalmadığı anlarda dahi, kendisine ve hedefine inanan birisinin insanlık tarihinde ne kadar önemli farklar yaratabileceğini göstermesidir.
İnsanlık tarihimizdeki küçük detayların ne kadar önemli sonuçlarının olabileceğine dair Napoleon'un Waterloo Savaşı'ndan sonra bir diğer örnek ise; Lenin'in SSCB'yi kurmak için Moskova'ya hareket etmesi esnasında Alman istihbaratından çok ince detaylar ile sıyrılmayı başardığı anlardır. Bazen okuduğumuz kitaplarda ya da izlediğimiz filmlerde bazı bölümlerin ilk bakışta önemli gözükmese de ana karakterin ona dikkat etmesi sayesinde hikayenin seyrini değiştirdiği çok kez görülmüştür. Belirtilen konularda yaşananlar da dünyanın hikayesindeki önemli dönüm noktalarını okuyuculara göstermektedir.
Son olarak, eserde 1. Dünya Savaşı'nın pasif kazananlarından ABD Başkanı Wilson'un savaş sonrası müzakereleri yönetmekte oldukça etkisiz kaldığından bahsedilmiştir. Birçok tarih meraklısı tarafından da bilinçli ya da gerçek anlamda Wilson'un etkisiz davrandığı iddia edilen bu süreç o zaman çok önemsenmemiş ve ABD'li yetkililer ve diğer ülkelerce de hasır altı edilen sorunlardan birisi olarak gözükmektedir. Fakat bu sorunların birikip daha da kartopu haline gelmesi ile 2. Dünya Savaşı'nda dünyanın en büyük felaketlerinden birisine dönüşmesini göstermesi, insanlık tarihi için en önemli mesajlardan birisidir.
Dolayısıyla eserde, hem ülkelerin ve dünyanın yazarca önemli anlarında karşılaşılan durumlara, hem de okuyucular için kendi hayatlarında dikkat edilmesi gereken noktalara değinilmiştir. Bu yönden kitabın öğretici unsurları da özellikle dikkat çekmektedir. Notlar bölümünde belirtilmiş olan hususların bir kısmı ise, gerek cümlelerin kısaltması gerekse de küçük eklemelerden meydana gelmiş ancak metnin ana temasında bir değişiklik gerçekleştirilmemiştir.
NOTLAR (*) :
1. BÖLÜM - BÜYÜK OKYANUSUN KEŞFİ
Büyük Okyanus'un keşfi Ekvator Yapmur ormanlarında bir grup asi ile birlikte İspanya'dan Kolomb'un Hindistan'daki (Şu anki Amerika) altın madenlerini alma hevesiyle zorlu yolculuklara başlaması ve sonucunda bir şey elde edemeden bir adada mahsur kalması ve bir fıçı içerisinde kaçarak kaçtığı donanma ve askerleri ikna yöntemi ile ele geçiren Nunez de Balboa tarafından gerçekleştirilmiştir. En son elindeki 190 kişi ile birlikte Ekvator Yağmur Ormanlarına doğru yola koyulan Balboa en sonunda iki okyanusun da birlikte görüldüğü tepeye ulaşmış ve 25.09.1513 tarihinde o manzarayı gören ilk Hristiyan ve Avrupalı unvanlarını ele geçirmiştir. Ardından da tepenin aşağısındaki sahile inerek incileri ve yerlilerdeki altınları toplayarak büyük bir servet edinmişse de asıl amacı olan Peru (Bilinen adı ile Biru) topraklarına gitmeyi arzulamış ancak bu esnada İspanya Krallığından gönderilen 2000 kişilik ordunun komutanı Vali Pedrarias'ın kendisini bir birlikle gözleme görevine gönderdiğinde ve gemi yapımı için yaşadığı talihsizlikler sonucunda fark edilerek yargılanmış ve vali tarafından yoldaşları ile birlikte idam edilmiştir.
2. BÖLÜM - İSTANBUL'UN FETHİ
Doğu Roma Bizans İmparatorluğu'nun son zamanlarında Fatih Sultan Mehmet'in şahi toplarını tasarlatması, gemilerini karadan yürüterek Haliç'e indirmesi, Rumeli Hisarı'nı yaptırarak gemilerin İstanbul Boğazından geçişini kontrol altına alarak adım adım İstanbul'un fethi için çalışmalarını tamamlaması akabinde 29.05.1453 tarihinde gerçekleştirilen son darbe ile İstanbul'un fethi gerçekleştirilmiştir. Fetih sonrasında askerlerine fazla miktarda ganimet tahsis edilmiş aynı gün Ayasofya'da namaz kılınarak Ayasofya'nın camiye dönüştürülmesi için bir an önce tasarımlar yapılmış ve çalışmalara başlanmıştır. Böylece Hristiyanlığın 1000 yıllık Konstantinopolis tarihi Türklerin eline geçmiştir.
3. BÖLÜM - GEORG FRIEDRICH HANDEL'İN DİRİLİŞİ
Bir opera sanatçısı ve müzisyen olan Handel, geçirdiği ağır bir felç hastalığı sonrasında vücudunun sağ kısmını beyni de dahil olmak üzere kullanamayacak duruma gelmiştir. Bu rahatsızlığı sonrasında doktoru tarafından kendisine bir daha müzik yapamayacağı söylenmiş ve söz konusu rahatsızlığın o güne kadar iyileşmesinin emsaline rastlanılmadığı da ifade edilmiştir. Ancak doktor yine de vücuduna iyi gelebileceği önerisiyle kendisini kaplıcaya göndermiş ve orada günden 3 saatten fazla kalmamasını dile getirmişse de Handel bu tavsiyeye uymadan günde 9 saat termal suda kalmış ve bunun sonucunda tamamen iyileşme sağlanmıştır. Bunun ardından yine bestelere başlamış olsa da baş gösteren ekonomik kriz sebebiyle bu sefer işini zorunlu olarak bırakmak zorunda kalmış ne sanat camiasından ya da hayranlarından da destek göremediği için eser üretmeye son vermiştir. Ancak bir gün kendisine gelen bir mektupta Tanrı'nın çağrıları üzerine söylemleri okuması üzerine 3 hafta boyunca aralıksız olarak hazırlamış olduğu sözleri ve müzikleri ile "Mesiah" isimli eserinin sözlerini ve müziğini kaleme almıştır. Söz konusu eser aynı zamanda içindeki Hallelujah sözleri ve sonundaki "Amen" naraları ile toplumun oldukça beğenisini kazanarak kitleler üzerinde büyük tesirler meydana getirmiştir. Bu eseri ilk kez bir 13 Nisan gününde sergileyen Handel yine bir 13 Nisan günü bir başka eserinin çalışmasını yaparken hayata gözlerini yummuştur.
4. BÖLÜM - BİR GECELİK DAHİ - (MARSEİLLAİSE)
1792 yılının hararetli zamanlarında cumhuriyetçiler ve Kral XVI. Louis'nin taraftarları arasında büyük fikir savaşlarının yaşandığı ve ülke içerisinde ayrışmalara sebebiyet verebilecek zamanlarda Fransa Kralı çareyi Avusturya İmparatoru ve Prusya Kralına savaş açarak dikkatleri milliyetçi bir amaç uğruna sağlama gayretine bürünecektir. Bu zamanlarda halk yine kenetlenmiş ve fikir tartışmalarının dikkati başka bir varoluşsal amaca yönlendirilmiştir. O zamanlarda Fransa'nın savaş marşı olan Ça ira isimli eser dönemin milliyetçi duygularını tam olarak tatmin edememiş olup savaşın başlamasından önceki gece Strasbourg Belediye Başkanının sınır birliğindeki bir istihkam birliğindeki Yüzbaşı Rouget'e savaş için bir marş hazırlaması talebi oldukça sıradan bir durummuş gibi karşılanmış ve bir gecelik etki altında büyük tesirlere yol açacak olan eserden habersizce savaş öncesi eğlenceye devam edilir. Savaş gecesi Rouget ise bu görevi oldukça dikkate almış ve o gecenin etkisiyle de milliyetçi duygularının kabarması neticesinde Marseillaise isimli eserini kaleme alarak 26 Nisan 1792 yılında Fransa'nın şu anda hala kullanılan milli marşını kaleme alıp bestelemiştir. Bu süreç yalnızca bir gecede tamamlanmış olup sonrasında savaş esnasında kullanılması dönemin generalleri tarafından gerekli görülmese de savaşın ilerleyen yıllarında 600 kişilik genç bir birlik tarafından söylenerek ordu içerisinde büyük tesirler elde edilmiştir. Tüm bunlar yaşanırken ise eserin sahibi Yüzbaşı Rouget ise hala basit hayatına devam etmekte ve savaş sonrasında da eserinin hak ettirdiği saygıyı yönetimden görememenin hayal kırıklığı ile akli dengesini kaybetmiştir. Sonraki dönemlerde de bu moral bozukluğunun etkisiyle iktidar ile yıldızı barışmamış bir ara Cumhuriyetçilerin tarafını bırakarak Monarşinin tarafında yer aldığı gerekçesiyle idam cezası ile dahi yargılanmış ancak sonra serbest bırakılmıştır.
Notlar: Jakoben - Fransız devriminin yaratıcılarından olan Robespierre ve arkadaşlarının meydana getirdiği cumhuriyetçi akımın ismi
5. BÖLÜM - WATERLOO: DÜNYANIN YAZGISINI BELİRLEYEN AN
Napoleon'un imparatorluğunun çöküş hikayesi ile parlayışı arasındaki en ince detayı gösteren bu savaştan önce tutsak olduğu Elbe adasından kaçarak akın akın Fransa'ya ger idönmekte ve hem Jakobenleri hem de diğer Avrupa ordularını tedirgin eden Napoleon'un engellenmesi için birbirleriyle düşman olan ülkeler dahi birlik olarak İngiliz, Avusturya, Prusya ve Rus ordularından oluşan bir koalisyon ordusuna karşı mücadele etmek zorunda kalacak ve bu 4 ülke ordularını bir araya getirmeden bir an önce hareket etmek zorunda olduğunun farkına varmıştır. Bu sebeple Avusturya, İngiliz ve Prusya ordularına tek tek saldırmak zorunda kalmıştır. Bu minvalde öncelikle 15 Temmuz günü Prusya ordusuna saldıran ordu Prusyalıları oldukça hırpalamış ancak yok edememiştir. Bunun üzerine Prusya birlikleri Brüksel'e doğru çekilmeye başlarlar. Bunun üzerine imparator, ikinci bir saldırı ile İngilizlere saldırarak onları hazırlıksız yakalamayı hedefler. Hemen 17 Temmuz'da İngiliz birliklerinin yer aldığı Quatre-Bras tepelerine doğru yola çıkar. Ancak kendisinden kaçarak Avusturya ordusu ile birlişip İngilizlere destek olmaya gelecek olan Prusya ordusunun İngilizlere destek olamaması için ordusunun 1/3'ünü bu birliklerin peşine takarak destek gelmeden onları yolda yok etmeyi planlamıştır. Ancak planında Mareşal Grouchy'i görevlendirmesi bütün Fransa ve dünya tarihinde köklü değişikliklere yol açacak sonuçlara meydan verecektir. Mareşal imparatorun emri ile sürekli Prusya ordusunu izlese de Fransız birlikleri İngiliz kuvvetleri ile çarpışmaya başladığı anlardan itibaren pasif kalmayı ve Prusya birliklerinin peşini bırakmayı reddeder. Emir komuta zincirinde yaptıkları tamamen doğru da olsa aslında imparatorun o anda asıl istediği bir an önce desteğin gelerek Prusya birliklerinin gelmeden dağıtılmış olması ve İngilizleri iki koldan kıstırarak öldürücü darbeyi vurmaktır. Ancak Mareşal Grouchy subaylarının ve emir erlerinin yoğun ısrarlarına rağmen bu desteğe gitmeyi reddetmiş ve Prusya ordusunun da izini kaybederek İngilizlerin desteği almasını önleyememiştir. Bunun sonucunda büyük bir yenilgi yaşayan Fransız ordusu İngiliz birliklerinin de bu çekilmeyi hissettiği andan itibaren yoğun saldırılarına dayanamamış yoğun zayiat vermiştir. Böylece dünya tarihinin en büyük savaşlarından birisini Napoleon mareşalinin verdiği emri harf harfine uygulamasına rağmen başarılı olamaması sebebiyle kaybetmeye mahkum olmuştur. Ancak savaşın asıl kazananı ise o zamana kadar neredeyse hiç tanınmayan bir kişi olan Rotschild olmuştur. Savaşın kazanıldığının öğrenmesinin ardından kimse bilmeden Londra'ya özel bir gemi ile herkesten önce ulaşmış ve bir anda aldığı istihbaratın bilgisini İngiliz borsasını alt üst ederek kendi hanedanını kurmuştur.
7. BÖLÜM: EL DORADO'NUN KEŞFİ (J.A. SUTER)
Johann August Suter isimli bir kişi 1834 yılında Avrupa'dan New York'a giden bir vapura biner. Yaşamış olduğu ülkede eşini ve çocuklarını bırakmak zorunda kalmış ve hırsızlık poliçe sahteciliği gibi birçok suçtan dolayı aranmakta olan Suter zenginliklerinin yeni yeni keşfedilerek insanlık için bir cazibe merkezi olmaya başlayan Amerika kıtasına doğru yola koyulur. New York'a vardığında ise ilk 2 yıl her işi yaparak kıt kanaat geçinir. Ardından ise orada biriktirmiş olduğu malvarlıklarını elden çıkararak Kaliforniya topraklarına doğru yola çıkmıştır. Bu yolculuk sonrasında ise öncelikle San Francisco'ya ardından ise Sacramento'nun geniş ve uzun uzadıya devam eden boş vadilerine vararak burada tarımla uğraşmaya başlar. Bir süre sonra gerçek anlamda bir düzen kurmuş olan Suter hem çevre halkının ihtiyaçlarını ve diğer eyaletlerin hem de Avrupa'ya ihracat yapabilecek bir seviyeye gelecek kadar gelişmiştir. Ancak vadisinin bir kısmında altın keşfetmesi ile bütün bu topraklardaki hakimiyetini elden kaybetmesine sebep olacak yolculuğu da farkında olmadan başlamıştır. Haberi alan herkes dünyanın öbür ucundan dahi Sacramento vadisine akın etmektedir. O zamanlardaki otorite eksikliğinin de sebebiyle kendisinin kurmuş olduğu tüm o çiftlikler harap edilmiş hayvanlarına el konulmuş ve zorunlu olarak göç etmek durumunda kalmıştır. Bir süre bu şokun etkisiyle yaşadıktan sonra ise bazı hukukçuların da destekleri ile Sacramento'ya ilk geldiği zamanlarda Vali'nin izniyle elde etmiş olduğu çiftlik arazilerinin üzerinde hakkı olduğunu ileri sürerek devlete ve kendi yerini kapmış olan şahıslara dava açmış ve bunun sonucunda 25 milyon Dolar tutarında tazminat almasına hükmolunur. Ancak Suter'ın asıl sonunu getiren ise bu tazminat olmuş ve insanların otoritenin kararını tanımaksızın adliyeye gerçekleştirdikleri kundaklama teşebbüsleri sonucunda hem Suter'in Avrupa'dan yanlarına gelmesi için çağırdığı aile fertleri öldürülür hem de dava ile ilgili neredeyse bütün dosya münderecatı imha edilir. Bunun üzerine akli dengesini de kısmen yitiren Suter o zamandan sonra elinde ilk Vali tarafından kendisi için tanzim edilen mülkiyet kağıdı ile adliye merdivenlerinde avukatlardan ve insanlardan yardım isteyerek davayı tekrar açmalarını isteyerek can verecektir.
9. BÖLÜM - OKYANUSU AŞAN İLK SÖZ ( CYRUS W. FİELD)
Babasından kalan yüklü bir miktar servet ile ne yapacağını bilmeden yaşayan Field hedefsiz hayatına bir girişimcinin telgrafı okyanusun altından geçirerek Avrupa ile haberleşme hayali sonrasında bir yaşama gayesine sahip olacaktır. Bu serüvene öncelikle yoğun görüşmeler gerçekleştirerek başlamış ve birçok işadamının da desteğini almaya başarmış olan Field Aynı zamanda okyanusun öbür tarafından İngiltere'den de bu amacına destek verecek gönülü işadamları bulmuştur. Gerekli çalışmalar yapılıp işe koyulduğunda ilk sırada telgraf tellerini taşıyan rulolardan birisi bir dalgınlık anında boşalmış ve bütün teller bir anda denize inmiştir. Böylece başarısız olan ilk denemenin akabinde insanların ümidi kırılmışsa da Field'a ikinci bir şans daha vermek istemişlerdir. Ancak ikinci girişimde de talihsizlikler meydana gelmiş ve bu iş için ayrılmış olan İngiliz gemisi alabora olacak seviyeye gelmesi nedeniyle yine hedef gerçekleştirilememiştir. İkinci denemeden sonra her ne kadar birçok işadamının desteği kaybedilse de bir süre devam eden çalışmalar neticesinde 3. deneme yapılmasına karar verilmiştir. Yine bu girişimin başında bulunan Field önderliğinde bu sefer kısmi de olsa başarıya ulaşılmış ve İngiltere Kraliçesinden ilk telgraf 28.07.2018 tarihinde Amerika kıtasına iletilmiştir. Ancak döşenmiş olan telgraf tellerindeki sorunlar sebebiyle bağlantı bir süre sonra kopmuş geniş halk kitleleri tarafından coşkuyla kutlanan bu hadisenin devamında Field'ın bir düzenbaz ve sahtekar olduğuna dair izlenimler meydana gelmiştir. Bu durumdan etkilenmiş olan Field tam 6 sene boyunca köşesine çekilmiş ve bir girişimde bulunmama kararı almıştır. Ancak bu 6 sene içerisindeki teknolojik gelişmelerin de cesaretlendirdiği Field en sonunda öşenmiş kabloların güçlendirilmesi için çalışmalar gerçekleştirerek en sonunda düzenli bir telgraf iletişiminin temellerini meydana getirmiş olacaktır.
11. BÖLÜM - GÜNEY KUTBU İÇİN SAVAŞIM (KAPTAN SCOTT)
1900'lü yılların başında İngiliz donanmasında kaptanlık görevi icra eden ve dikkat çeken bir niteliği olmasa da kendisine layık görülen görev neticesinde dünya üzerinde keşfedilmeyi bekleyen en bilinmeyen yerlerden birisini keşfetme ve araştırma görevi Kaptan Scott'a tebliğ edilmiştir. Görev bilinci ve klasik İngiliz duruşuna sahip olan Kaptan bu göreve başladıkları günden itibaren toplam 14 kişiden oluşan mürettabıtının 9 kişisini kutuplara varmadan geri göndermiş ve 5 kişi ile keşfi gerçekleştirmeye karar vermiştir. Sürecin başından itibaren günlük tutan Scott'un en büyük hayal kırıklığını ise kendilerinden belki de birkaç saat önce oraya varmış olan bir Norveçli bir ekip sebep olmuştur. Bu tarihten sonra geri dönüş yolculuğu için çaba sarf etmeye başlayan ekip belki de yolculuğun en zor aşaması ile yüzleşmek zorunda kalarak tipi ve fırtınaya maruz kalmalarına rağmen geriye dönmeye çalışmışlardır. Bu süreçte dahi sürekli günlük notlar alan kaptanın en son öleceklerini anladıkları geriye kalan 3 kişinin ailesine ve kendi ailesi ile birlikte hem Kraliyet ailesine hem de İngiliz halkına dokunaklı mesajlar vermesi neticesinde Güney Kutbu'na ayak basan ikinci insan olarak tarihe geçmekten başka bir şansı olmamıştır.
12. BÖLÜM - MÜHÜRLÜ TREN (LENİN)
I. Dünya Savaşı'nın etkisinin en çok fark edildiği senelerde Dünya'nın en güvenli yerlerinden olan İsviçre'de bir kundura tamircisinin evinde her gün düzenli olarak kütüphaneye giderek sessiz ve sakin bir hayat yaşayan birinin dünya tarihine unutulmayacak anılar bırakabileceğini elbette kimse düşünmüyordu. Bu kişi SSCB'nin kurucu liderlerinden Lenin'den başkası değildi. Bir süre sessiz sakin kalarak hayatına devam etmiş ve Rusya'da beklediği ihtilalin gerçekleştiği haberini almasının ardından Rusya'ya dönme çalışmalarına başlamıştı. Her ne kadar dönüş yolunda düşman ülke Almanya'nın sınırlarından bir trenle geçmesi gerekse ve kendisinin ajanlık görevini tehlikeye düşürebilecek bir şüphe uyandırma riski olsa da bu tehlikeyi göze alan Lenin Almanya Baş Konsolosluğu ile açıktan görüşmeler gerçekleştirerek hem gizli servisin şüphesini üstüne çekmemiş hem de kendisinin bulunduğu vagon hakkında geçiş güzergahındaki hiçbir ülkede aranma gerçekleştirilmeyeceğine dair teminat almayı başarmıştır. Bu dönüşü ile dünya tarihinin unutulmaz olaylarından bir kısmının yaşanması ise tüm o mürettebat ve dünya halkının bilgisi haricinde gerçekleşme planı hayata geçmiştir.
13. BÖLÜM - CİCERO
Ceasar'a her ne kadar yeri geldiğinde muhalif olarak ayakta kalmayı başaabilse ve Roma Halkı tarafından saygı değer bir kişiliğe sahip olsa da Ceasar'ın maruz kalmış olduğu suikast sonrası gerekli müdahaleleri yapmayarak taraf olmak yerine ortalığı sakinleştirmeye çalışması Cicero'nun ölüme giden yolunun başlangıcı olmuştur. Hatta iktidarı döneminde Ceasar'ın bazı insanlık dışı hamlelerini ağır şekilde eleştirmiş olsa da suikasti sonrasında tarihe geçen konuşmasında hem toplumun bu konudaki öfkesini yönetmiş hem de bu suikasti gerçekleştiren Brutus'ü de affetmelerini sağlayarak 3lü iktidar savaşlarının meydana gelmesine sebep olmuştur. Konuşması öncesinde 3 aday da temkinli bir şekilde hareket etse de bu konuşma sonrasında hepsi birbirlerinden bu büyük imparatorluğun ganimetlerinden faydalanabilmek için hasım olmuşlardır. Öncelikle Ceasar'ın ölümü sonrasında meydana gelen otorite eksikliğini oldukça vasat idare etmiş ve ondan sonraki 3 adayın arasında da net seçimler yapmamış sadece tarafları itidale davet ederek iç savaşın çıkmaması adına gayret göstermiştir. Ancak bir süre sonra taraflardan Octavius'un da bulunduğu üçlü görüşmelerde her ne kadar Octavius Cicero'ya yakın birisi olarak gözükse de en sonunda rakiplerin bir araya gelerek imparatorluğun ganimetlerini paylaşmaya başlamaları sürecinde diğer iki tarafın anlaşma için siyasi rakipler listesine Cicero'nun da yazdırılması talebi Octavius'un ilk ayak diretmelerine rağmen en sonunda konsensus oluşacaktır. Cicero ise bir süre kaçak hayatı yaşamış olsa da en sonunda bulunduğu yerden son anda kaçma şansı lsa da bu hayattan artık usanmış ve teslim olmuştur. Teslim olduğunda ise her ne kadar iktidar belirlenmesinde pasifize bir şahsiyet olarak yer almış olsa da idamının ertesinde kellesinin ve vücudunun ölümsüz konuşmalarının gerçekleştirilmiş olduğu kürsüden sallandırılması esnasında halk zorla da olsa bu durumu sessiz bir şekilde sineye çekmek mecburiyetinde kalmıştır.
14. BÖLÜM - WİLSON'UN BAŞARISIZLIĞI
13.12.1918 tarihinde ABD Başkanı Wilson Avrupa kıtasına ilk ziyareti gerçekleştirecek olan başkan sıfatıyla hareket ettiğinde bu tarihi andan çok daha önemli bir görevi kendisine yüklemiş olan Avrupa devletleri ve ABD halkının desteğiyle limana vardığında halkı selamlamaya başlamıştı. Gördüğü manzaradan oldukça ümitlenen Wilson'un ise Avrupalı devlet temsilcilerinin kurnazlıkları ile başa çıkabileceği herkes tarafından merak gören hususlardan birisi idi. Görüşmelere başlandığında İngiliz ve Fransız temsilciler ile İtalyanların yoğun baskısına maruz kalan Wilson self determinasyon konusunda yoğun çabalar vermişse de bu tutumu bir süre sonra ihtilaf devletlerinin tepkisine sebep olarak görüşmeleri tıkama noktasına getirmişti. Hatta kendi kurmayları dahi bir süre sonra bu devletlerin etkisine kapılmış ve ABD halkının da süre gelen baskıları olsa dahi Wilson kararlılığını koruma başarısını göstermiş ve gerektiğinde masadan kalkmayı da göze aldığını ifade eden gemisinin yanaşması ile mesajlar da iletmiştir. Ancak bu dahi ikinci görüşmelerde bazı ödünler vermesinden kendisini geri almamış ve bu geri çekilmenin ardından bütün galip devletler yoğun baskılar göstermeye ve başkanı yıldırmaya çalışmışlardır. Bu aşamada kendi kurmaylarının da yoğun baskılarına maruz kalmış olan Wilson görüşmelerin son oturumunda bu baskılara biraz daha dayanabilme takadini göstermiş olsaydı herkesin merakla beklediği ve kalıcı barışın teminatı olarak addedilen yeni süper güç bu anlaşmanın hemen 20 yıl sonrasında patlak verecek geçici bir çözüme razı olarak hem Avrupa halkının hem de ABD halkının kendisine olan güvenini kırmış ve son görüşmelerde baskılara bir kez daha direnerek self determinasyon ve belirli toprak paylaşımlarına karşı duramamıştır. Özellikle Fransızların Saar havzasındaki mülkiyet hakkını 15 yıllık geçici bir kiralama ile çözerek mülkiyet vermese de ikinci dünya savaşının habercilerinden birisi niteliğinde olan anlaşmanın şekillenmesine sebep olacaktır.
DEĞERLENDİRMELER:
Konu: Yazar tarafından insanlık tarihinin en önemli olayları, hikaye üslubu ile bezenerek okuyucuya farklı tarzda bir konsept olarak sunulmuştur.
Üslup: Yazarın herkesçe bilinen ve birçok okuyucu için sevilen sade ancak bir o kadar da etkileyici üslubu bu eserde de tarihe ilgi duymayan okuyucuları dahi olumlu bir şekilde etkilemeyi başarabilecek seviyededir.
Özgünlük: Eser, konusu ve türü gereği özgün bir eser olarak değerlendirilemeyeceğinden bu kriter puanlamaya dahil edilmeyecektir.
Karakter: Tarihi olayların konu edilmesi sebebiyle, eserdeki kişiler okuyucuya gerçek kahramanlardan meydana gelen bir karakter ekibi sunmaktadır. Bununla birlikte, bazı bölümlerde yazarın kurgusal eklemeleri ve dramatik etkileri sebebiyle basit üslup değişiklikleri söz konusu olabilse de eser, ekseriyetle tarihi kişiliklerin karakterlerini analiz ederek olayların gelişim safhalarının mantık silsilesini okuyucuya daha açık bir şekilde ifade edebilmeyi başarmıştır.
Akıcılık: Eser, konusunun çok sıkıcı bir tür olabilmesine rağmen yazarın etkileyici üslubu ve kurgusal düzenlemeleri ile türüne göre oldukça akıcı bir eser haline getirilmiştir.
Genel: Yukarıda belirtilen kriterler uyarınca gerçekleştirilen 10 üzerinden değerlendirmede:
Konu: 8.5
Üslup: 9
Karakter: 8.5
Akıcılık: 9
puanlarını alan eserin genel ortalaması ise, 8.75 puan alarak bu zamana kadarki en yüksek puan alan eserlerden birisi olmayı başarmıştır. Bu yönden hem tarih severler hem de roman severler için okunması ve faydalanılarak desteklenilmesi gereken eserlerden birisi olduğunu göstermektedir.
(*) : Notlar başlığındaki bütün kısımlar:
İNSANLIĞIN YILDIZININ PARLADIĞI ANLAR
Yazar: Stefan Zweig
Basım Sayısı: 2. Basım
Yayınevi: Can Yayınları
kapakta kullanılan fotoğraftaki kitaptan alıntı olarak kullanılmıştır.
Comments