YORUMLARIM:
Dünya edebiyatının 20. Yüzyılına damga vuran yazarlarından George Orwell’in çocukluk dönemini anlatmış olduğu otobiyografik eseri konu edilmiştir.
1900lü ve 1800li yılların sonlarına ilişkin hem dönemin İngiltere İmparatorluğunun sosyolojik yapısına değinilmiş hem de yazarın kendisinden yola çıkarak diğer sınıf arkadaşlarındaki gözlemleri neticesinde o dönemde bir çocuk olmanın portresi çizilmiştir.
Öncelikle dönemin İngiltere’sinin eğitim sisteminde 15 adet devlet okulu dışında diğer okulların çok etkili olmadığı ve hayatını kurtarmak isteyen dar gelirli bir ailenin çocuğunun kurtuluş yöntemi olarak o okullarda okuyup devlet memuru olmasının amaçlandığı açıkça anlaşılmaktadır. Maalesef aynı anlayışa sahip birçok devletin eğitim sistemi gibi, ülkemizde de çocuklara farkında olmadan bu sistem günümüzde de tatbik edilmektedir.
Yine, devlet okulu da olsa yapısının tıpkı günümüzdeki özel okullar gibi, çok zengin kesim, orta-üst kesim ve alt gelirli ailelerin burslu okutulan öğrencileri şeklinde 3 kategoride dağıldığı görülmektedir. Yazarın alt gelirli bir aileden gelen öğrenci olarak yaşadığı psikolojik baskı ve travmalara da genel olarak detaylı bir şekilde değinilmiştir.
Çocukların zihinsel yapısına ilişkin genel geçer ifadeler olarak görülse de, oldukça kabul edilir nitelikte tespitleri yazarın kendi çocukluğundan yola çıkarak yaptığı açıkça görülmektedir. Ayrıca, ortalama bir alt gelirli ailenin çocuğunun yaşadığı birçok genel sorun da net bir şekilde izah edilmiştir.
Sonuç olarak eser, hem bir dönem incelemesi hem de ünlü yazarın hayat hikayesine meraklı olan otobiyografi okuyucuları için kesinlikle incelenmesi gereken kitaplardan birisi olduğunu göstermektedir.
ALINTILARIM(*):
George Orwell ya da asıl adıyla Eric Arthur Blair, İngiliz edebiyatının öncü kalemleri arasında yer alan roman yazarı, gazeteci ve eleştirmendir. Eğitimini Eton’da tamamlamış ve Hindistan İmparatorluk Polis Teşkilatında 15 yıl görev yaptıktan sonra İngiltere’ye dönmüştür. (Önsöz Alıntılarım)
Ağlamamın bir diğer nedeni, çocukluğa özgü ve anlatması kolay olmayan daha derin bir kederdi: ıssız bir yalnızlık ve çaresizlik duygusu… Sadece düşmanca bir dünyada değil, aynı zamanda kuralların bu şekilde olduğu ve benim bu kuralları takip etmemin mümkün olmadığı bir iyilik ve kötülük dünyasında hapsolma duygusu…
Günah yalnızca sizin yaptığınız şeyler değildi, size karşı yapılan şeyler de günah olabilirdi.
Genel olarak, kişinin herhangi bir döneme ilişkin anıları, kişi o anılardan uzaklaştıkça zayıflar. Yeni gerçekler öğrenilirken, eski olanlar yenilere yol açmak üzere bir kenara çekilir.
Benim dönemimde erkek öğrenciler giderek artan bir oranda Eton’a gidiyordu. (İngiltere’nin en eski ve elit özel okullarından biridir. 1441 yılında Kral VI. Henry tarafından kurulan okul, sadece 13-19 yaş arasındaki erkekleri yatılı olarak kabul etmektedir.) Çoğu zengin ailelerin çocuklarıydı ama bu aileler genel olarak, aristokrat olmayan zenginlerdi.
Aziz Bartholomew Katliamı (Katliamın başlangıcı 20 Ağustos 1572 tarihinde Fransa Kralı XI. Chales’ın İspanya’ya yakınlığı ile bilinen annesi Catherine de Medicis’in kralın Protestan yardımcısı Amiral Gaspard de Coligny’ye düzenlediği suikasttır. Olaydan yaralı kurtulan ve evinde ağır yaralı yatmakta olan Coligny’i öldürmek için ikinci bir saldırı düzenleyen Katolik asilzadeler bunu başarmışlar ancak bu kez önü alınamayan bir katliama sebep olmuşlardır. 24 Ağustos 1572 tarihinde sabaha karşı, beyaz haçlı giysileri giymiş Katolikler, evlerinde uyumakta olan Protestanlara saldırırlar. Önce Paris’te başlayan katliamda 30.000’den fazla Protestan’ın öldürüldüğü tahmin edilmektedir.)
Utrecht Anlaşması (1713 yılında Fransa, İspanya, Büyük Britanya, Savoya Dükalığı ve Hollanda arasında imzalanmış ve İspanya Veraset Savaşı’nı sona erdiren barış anlaşmasıdır.)
Klasik eğitimin fiziksel ceza olmadan başarılı bir şekilde yürütüldüğünden veya yürütülebileceğinden şüpheliyim. Çocukların kendileri bile bunun etkinliğine inanıyordu.
Okulda 3 sosyoekonomik sınıf vardı. Aristokrat ya da milyoner geçmişe sahip bir azınlık… Okulun büyük bölümünü oluşturan sıradan banliyö zenginlerinin çocukları… Ve benim de içinde olduğum grup olan din adamlarının, Hintli memurların ve dulların çocukları…
Bir devlet okulunda burs kazanmadıysam, düzgün bir geleceğe sahip olma şansım olmadığı gerçeği beni çok erken yaşta etkiledi. Burs kazanamazsam on dört yaşında okulu bırakmalı ve Sambo’nun (Okul müdürü) meşhur deyimiyle “yıllığı kırk pound olan küçük bir ofis çocuğu” olmalıydım. Benim durumumda buna inanmak normaldi. Nitekim iyi bir devlet okuluna giremezseniz (ki bu okulların sayısı toplamda yaklaşık on beştir) hayatınızın mahvolacağı gerçeği, St. Crprians’ta genel olarak kabul edilir. Yetişkin bir insana gerginlik duygusunu, başkaları yüzünden sinirlenmek hissini ya da dövüşme arzusunu anlatmak kolay değildir.
Bir çocuk kendisine sunulan davranış kodlarını, onları ihlal etse bile kabul eder. Sekiz yaşından ve hatta daha öncesinden beri, günah bilinci bana asla uzak bir kavram olmamıştı. Size duygusuz ve meydan okuyan biri gibi göründüysem, bu sadece bir yığın utan. Ve dehşet üzerine serilen ince bir örtü sebebiyledir.
Kimse okul günlerine dönüp baktığında bu günlerin tamamen mutsuz geçtiği gerçeğini itiraf edemez.
Erken yaşlarda, bir kişinin başka birinin iradesine karşı yanlış yapabileceğini öğrenmiştim ve çok geçmeden, kişinin ne yaptığını ya da yaptığının neden yanlış olduğunu hiç fark etmeden de yanlış yapabileceğini anlamıştım.
Olağanüstü olan şey, İngiliz üst ve üst-orta sınıfının şişkin servetinin sonsuza kadar süreceğini herkesin kabul etme biçimiydi. 1918’den sonra bir daha asla eskisi gibi olmadı. Züppelik ve pahalı alışkanlıklar geride kaldı.
Hayat hiyerarşikti ve her ne olduysa doğruydu. Kazanmayı hak eden ve her zaman kazanan güçlüler ve sonsuza kadar kaybetmeyi hak eden ve her zaman kaybeden zayıflar vardı.
Makul derecede mutlu görünen bir çocuk, aslında ifade edemeyeceği ya da anlatamayacağı bir dehşet yaşıyor olabilir.
Gerçek duygularınızı bir yetişkine ifşa etmemek, yedi ya da sekiz yaşından itibaren, içgüdüsel bir eylemdir.
Yalnızca bir çocuğun hayatı gerçek hayattır. Öğrencileri tarafından sevildiğini ve çocukların kendisine güvendiğini düşünen okul müdürünün arkasından taklidi yapılır, ona gülünür. Tehlikeli görünmeyen bir yetişkin, daima gülünç görünür.
Çocuğun zayıf yönü boş bir levhayla hayata başlamasıdır. Çocuk, içinde yaşadığı toplumu ne anlar ne sorgular. Ama saflığı nedeniyle diğer insanlar çocuğa aşağılık duygusu ve yasalara karşı suç işleme korkusu bulaştırabilir.
DEĞERLENDİRMELERİM:
Konu: Dünya edebiyatının 20. Yüzyılına damga vuran yazarlardan George Orwell’in çocukluk dönemini anlatmış olduğu otobiyografik eseri konu edilmiştir.
Üslup: Yazarın eserlerinde görülen sade ve net anlatımının bu kitabında da devam ettiği görülmektedir. Bu sayede, anlatımındaki hem psikolojik tahliller hem de dönemsel tespitler çok daha açık bir şekilde okuyucuya sirayet ettirilebilmiştir.
Özgünlük: Eser, niteliği itibariyle bu kategoride değerlendirilmeyecektir.
Karakter: Eser, niteliği itibariyle bu kategoride değerlendirilmeyecektir.
Akıcılık: Üslup bölümünde ifade edilen hususlar dikkate alındığında eserin, sürükleyici bir yapıya sahip olmasının konusu ve türü yönünden mümkün olmadığı aşikardır. Bununla birlikte, yazarın üslubu sayesinde akıcı ve tek seferde rahatça hazmedilerek okunabilecek bir eserin meydana getirildiğinin belirtilmesi gerekmektedir.
Genel: Yukarıda belirtilen kriterler uyarınca 10 üzerinden gerçekleştirilen değerlendirmede:
Konu: 8
Üslup: 8
Akıcılık: 8
puanlarını alan eserin genel ortalaması 8 puandır. Türü itibariyle 8 barajına ulaştığı göz önüne alındığında her yaştan okuyucu için kesinlikle incelenmesi gereken kitaplardan birisinin olduğu ifade edilmelidir.
(*) : Alıntılar başlığındaki bütün kısımlar:
KISA KISA SEVİNÇLERDİ
Yazar: George Orwell
Yayınevi: Fihrist Kitap
Baskı: 2. Baskı - 2021
kapakta kullanılan fotoğraftaki kitaptan alıntı olarak kullanılmıştır.
Comments