YORUMLAR:
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın önemli eserlerinden olan kitapta, Behçet Bey isimli ana karakterin yazarın doğrudan anlatımı ile hayatını ve hatıralarını bir roman şeklinde anlatımı işlenmektedir.
Tanpınar’ın her eserinde olduğu gibi özgün ve bir o kadar da kendisine özgü anlatımı ile bezenmiş olan bu kitabında, Behçet Bey isimli ana karakterin çok zeki olsa da Tanzimat dönemi öncesindeki Osmanlı döneminde fazla hürmet görmeyen çekingen bir karakter olarak tasviri ve bu minvalde hayatında karşılaştığı zorluklardan bahsedilmektedir.
Behçet Bey’in gündelik hayatına ve zihinsel dünyasına matuf birçok tasvir ve tahlil ihtiva eden eser, ilk bölümlerde ana karakteri net bir şekilde okuyucuya anlatarak onun iç dünyasını dahi açık bir şekilde çizmeyi başarmaktadır.
Eserin özellikle başlangıç bölümleri bu yönde ilerlese de, sonradan Behçet Bey’in hayatından uzaklaşarak onun çevresindeki diğer karakterlerin de evveliyatına kadar tasvirlerde bulunan yazar, eserinin sonunda Behçet Bey için kaleme aldığı mektubunda onunla birlikte aslında etrafındaki bütün insanları da konu edindiğini ifade ederek, klasik roman yazarları gibi hayata ve eserde işlenen olaylara tek bir kişinin evveliyatı ve perspektifinden ziyade gerçekte de olduğu gibi farklı farklı kişiler aracılığı ile bakmayı başaran özgün anlatımını burada da göstermiştir.
Bununla birlikte ülkemizin son 200 yıldır devam eden kronik siyasi ve toplumsal rahatsızlıklarına da parmak basan yazar; bilhassa siyasi anlamda sevilmeyen liderlere karşı yalnızca onları devirme amacı güden siyasi örgütlenmeleri de tenkit ederek, okuyucusuna muhalefetin bir amacı olması lazım geldiğinin de önemli derslerinden birisini sirayet ettirmeyi başarmaktadır.
Her ne kadar eserdeki karakterler, Abdülhamit’e karşı olan kişilerden teşkil edilmiş olsa da, muhalefetin içinde genel mantığın gösterilmesi ve okuyucuya daha vazıh bir şekilde aksettirilmesi bakımından önemli içerikler barındırmaktadır. Günümüzdeki muhalefet anlayışının da Tanzimat dönemi öncesinden çok ileriye gidemediğinin en önemli göstergelerinden birisi olarak yazarın söz konusu eseri açıkça gösterilebilmektedir.
Eserin adına değinmek gerekirse; mahur bestenin klasik Türk müziğindeki bir makam olduğu bilinmekle birlikte eserde notlar kısmında da belirtildiği üzere, Atiye karakterinin küçük eniştesinin babası tarafından kaleme alındığı ifade edilmiş ve karısının kendisini terk etmesi akabinde yazıldığı ifade edilmiştir. Hatta bu eserin dillendirilmesi ve çalınması aşamasında Behçet Bey’in rahatsızlık duyması da bu eserde terk eden kadının ona eşini hatırlatması olarak okuyucuya hissettirilmiştir. Ancak eserin ekseriyetinin söz konusu konudan çok uzak bir şekilde devam ettiğinin özellikle belirtilmesi gerekmektedir.
Eserde değinilmesi gereken önemli tespitlerden birisinin ise, doğu ve batı arasında devam eden medeniyet alışverişinin doğu üzerindeki kültür çatışmasına dair önemli tespitlerin olduğu ifade edilmelidir. Özellikle ana karakterin babası İsmail Molla Hoca’nın anlatımı ile değinilen bu hususlar, detaylı olarak tasvir edilmiş ve günümüzde söz konusu birçok sorunun da aynı minvalde devam ettiğinin görülmesine vesile olmuştur. Bu husus, esasında medeniyetlerin birbirleri ile olan alışverişi ve yarışı arasındaki üstünlük dönemlerine göre değişiklik gösterdiği diğer birçok batılı ve doğulu yazarın anlatımlarından çıkarılabilmektedir.
Sonuç olarak eser, yazılmış olduğu dönemin her detayına değinerek okuyucuyu adeta o döneme götürüp orada kitap boyunca dolaşmasını sağlayan anlatımı sayesinde kesinlikle okunması gereken Tanpınar eserlerinden bir diğeri olduğunu göstermektedir.
NOTLAR(*):
Onun için eskilik ayrı bir şeydi; o zamanın takdisi (kutsal) idi; insan elinden geçmek ve insan hayatına girmekle eşya tabiatından ayrı bir sıcaklık kazanır, adeta insanileşirdi.
İnsan hayatta, yapmak istediklerinin birçoğunun evladı tarafından yapılmasını isterdi.
Herkes kendisi gibi fatih doğamaz, her adımında bir zafer borusunu çalarak yürüyemezdi. Küçük ve sürekli çalışmanın da bir muvaffakiyet payı, hatta şerefi olmalıydı. Bunun gibi zaaf bilmeyen bir ahengin yanı başında şefkatin, merhametin, kanayan yüreğin de bir yeri vardı. Şimdi oğlunu anlıyordu İsmail Molla Bey, hatta ona acıyordu bile.
Uykusuzluk bir hülya kurabilen insanlar içindi.
Her türlü saadet ve felaket düşüncesinin üstünde bir talihin kendisini tamamlaması lazımdı. Istırap insanoğlu için gündelik ekmek, ölümse sadece bir kaderdi, ikisinden de kaçılamazdı. Asıl dava, derin bir şekilde yaşamak ve kendi kendisini gerçekleştirmek, ölümlü hayata şahsi bir çeşni vermekti.
Behçet Beyle evliliklerinden bir süre sonra kız kardeşi ve çevresi Atiye’yi Behçet Bey’den ayırmak için teşvik etmek istedi ise de, Atiye razı olmamıştı. İsmail Molla’nın bu işe ne kadar üzüleceğini biliyordu. O kendisine dostluğunu pazarlıksız veren bir insandı, onu üzemezdi. Sonra Behçet’in bu ayrılıştan adeta yarım kalacağını da biliyordu. O sessiz gölgenin kendi içinden yaşadığı bir hayatı vardı. Kaç defa onun, köşesinde oyuncaklarıyla oynayan bir çocuk gibi bütün dikkatini elindeki işe vermiş görünürken, birdenbire başını kaldırıp sanki içinden geçenleri bir anda yakalamak ister gibi yüzüne baktığını görmüştü. Fakat asıl onun içinden geçenleri, İsmail Molla’nın kendisine Mahur Beste’nin hikayesini anlattığı gece hissetmişti. Mahur Beste, Atiye’nin küçük eniştesi Lutfullah Bey’in babası Talat Bey’in eseriydi. Bir çarkçı yüzbaşısı olan Talat Bey, bu eserini karısı kendisini bıraktıktan sonra yazmıştı.
Sabri Hoca: Bir deli için akıllı kanı dökmek günahtır. Haydi saraydan çıkardınız, başınızda bir deli ile ne yaparsınız? Sonra hapisten çıkartmakla tahta oturtmak ayrı ayrı şeyler. Düşman payitaht kapısında iken yapılacak iş mi bu… Fakat dostu bu nasihatlere gülmüş, ona Suavi’nin becerikliliğinden, devlet ricalinden birçoklarının kendileriyle beraber olduğundan, İngiliz müzaheretinden (Destek, arka çıkma) uzun uzadıya bahsetmişti. Sabri Hoca karşılık olarak “Bir bölük askerle dağıtırlar sizi… Alimallah bir bölük asker de istemez. İngiliz müzaheretine gelince, o da ayrı bir iş. Belki Suavi dediğiniz adam, Bahçekapı’daki gözlükçüden vaat almıştır. İşin kötüsü, makam hırsınız yüzünden memleketteki birliği bozuyorsunuz. Düşünün bir kere: Bu İngiliz müzahereti doğruysa, üstelik işte yabancı bir memleket politikasına alet olmak da var.”
Fikirlerimiz, onları taşıyacak kudrette olduğumuz nispette bizimdirler.
Sabri Hoca “Memlekette iki ses var: Padişahım çok yaşa! Kahrolsun Abdülhamit! İyi ama, sade bununla iş çıkmaz, farz edelim bu adam ortadan yok oldu, onu devirdik, saltanatı bıraktı yahut öldü; o zaman ne yapacaklar? Her şey gösteriyor ki, Abdülhamit’in hakiki halefi tav’an (İsteyerek) veya kerhen (İstemeyerek, gönülsüz) bu cemiyet olacaktır. Onlar iş başına geçecekler; o zaman ne olacak?” Behçet Bey buna mukabil “Hele bir kere o gitsin de…” “İşte tam onların ağzıyla konuştun. Hele bir o gitsin… Hele bir sabah olsun… Biz sanıyoruz ki bütün fenalıklar sadece ondandır. Halbuki değil; fenalık daha derin, daha köklü. “
Sabri Hoca “Cahilsin; okur öğrenirsin. Gerisin; ilerlersin. Adam yok; yetiştirirsin, günün birinde meydana çıkıverir. Paran yok; kazanırsın. Her şeyin bir çaresi vardır. Fakat insan bozuldu mu, bunun çaresi yoktur. Bizde insanoğlu şirazesiz kalmış. Hayat onun için ahenksiz, birbirini tutmayan, günün hayatına cevap vermeyen bir yığın ölü kıymetler tarafından idare ediliyor. Dünyaya baktığımız zaman ayrı görüyor, kendi kendimize kaldığımız zaman ayrı düşünüyoruz. Yığınlarca tezat içinde yaşıyoruz, bütün şark dünyası bir ıstırap içinde.”
İsmail Molla “Bence ne şark, ne şu, ne bu vardır; etrafımızda gördüğümüz hayat vardır. Bizi yapan bu hayattır. Bütün hususiyetlerimiz oradan gelir. Bu ise kitapta okuduklarımız gibi bir kere için olup bitivermiş şeylerden değildir; daima değişen, değiştikçe bizi de değiştiren bir şeydir. Çünkü arkasında eline geçen her meyveyi iştahla ısırmasını bilen bir cemaatin zevk hayatı vardır. En çetin fıkıh meselesini, hazırladığı bir fetva ile hallettiğim bir günün sonunda, evimin kapısında yanlış yunluş bir Arapça ile dua eden, abani (Sarımtırak dallı nakışlarla işlenmiş bir tür beyaz, ipek kumaş) sarıklı kör dilenciye gıpta ettim. Onu Allah’a daha yakın buldum; medresede öğrendiğim, tekkede dinlediğim Allah’a değil, fakat içinde yaşadığım bu hayatın bütün yüksek taraflarını, insanlığını, cevherini kendinde toplayan Allah’a. Anladım ki ikisi ayrı ayrı şeylerdir.” (Roman Alıntılarının Sonu)
Musiki başka kültürlerde romanın, resmin, tiyatronun iştirakiyle yaptığı tesiri bizde tek başına, iyi kötü kendi hamlesiyle yapıyordu. Bir aile mirası halinde gelen böyle bir amili (etken, etmen) nasıl ihmal edebilirdim? Talih belki biyolojik ırsiyete dahil değildir. Fakat muhit terbiyesiyle büsbütün alakasız olduğunu ne siz, ne ben iddia edebiliriz. Onlar birbirlerini tanımadan, sevmeden önce “Mahur Beste”yi tanır, severlerdi. Biraz da kendilerinden önce doğan bu aşk hikayesine göre şahsiyetlerini hazırlamışlardı.
Sizin hikayeniz olarak başladı, fakat arkanızdan o kadar büyük bir kalabalığı sahneye taşıdınız ki, sizin hikayeniz olmaktan çıktı. Hepinizin hikayesi, daha doğrusu yaşadığınız, yaşadığımız devirlerin hikayesi oldu. Mademki bahis açıldı, şunu da söyleyeyim: Tek kahramanlı hikâye artık canımı sıkıyor. (Mahur Beste Hakkında Behçet Bey’e Mektup Alıntılarının Sonu)
DEĞERLENDİRME:
Konu: Eser, Behçet Bey isimli ana karakterin yazarın doğrudan anlatımı ile hayatını ve hatıralarını anlatmakla birlikte ana karakterin hayatındaki diğer karakterlerin özgeçmişi ve detaylı anlatımlarının terkibini konu edinmektedir.
Üslup: Tanpınar’ın kendine has anlatım biçiminin birçok eserinde olduğu gibi farklı anlatım yöntemleri ile zenginleştirdiği bir diğer eser olan romanda, eserin sonunda yazarın ağzından eserin ana karakterine yazılmış bir mektup ile hem okuyucunun ana karaktere karşı olan bazı düşünceleri dillendirilmiş hem de esere gerçek anlamda kurgusal bir hatıra kitabı niteliği kazandırılmıştır.
Özgünlük: Konusu itibariyle özgün nitelikler taşımasa da, üslubu ve konuların işlenişi bakımından özgün sayılabilecek bir roman olan eserin, yine de bu kategoride çok iddialı eserlerden olmadığının belirtilmesi gerekmektedir.
Karakter: Eserdeki karakter şemaları uzun bir şekilde anlatıldığından fazla betimleme sevmeyen okuyucular için ilk aşamalarda durağanlığa sebep olabilmektedir. Bu ilk aşamada yazarın bir hatası olarak düşünülse de, eserin sonunda bu yazımın bilinçli bir tercih olduğu ve gerçek hayatta olduğu gibi bir insanın etrafındaki herkesin adeta bir ana karakter gibi anlatılmasının başarıldığı nadir eserlerden birisi ile karşılaşılmasına vesile olunduğunun ifade edilmesi gerekmektedir.
Akıcılık: Yazarın kullanmış olduğu eski kelimeler ve ağdalı cümle yapılarına ek olarak durağan ilerleyen olay zinciri neticesinde eserin sürükleyici bir eser olmadığı ifade edilmelidir. Yazar için asıl amacın farklı bir karakter şeması ve tema kullanılarak toplumsal portreyi birden fazla karakter ile tasvir etmek olduğunun önemsendiği anlaşılmaktadır.
Genel: Yukarıda belirtilen kriterler uyarınca 10 üzerinden gerçekleştirilen değerlendirmede:
Konu: 8
Üslup: 9
Özgünlük: 6
Karakter: 9
Akıcılık: 7
puanlarını alan eserin genel ortalaması ise, 7,8 puandır. Genel anlamda akıcı ve özgün bir roman olarak değerlendirilemese de, karakter şeması ve üslup farklılığı ile eserin her Türk genci tarafından incelenmesi gereken bir edebiyat kültü olduğunun ifade edilmesi gerekmektedir.
(*) : Notlar başlığındaki bütün kısımlar:
MAHUR BASTE
Yazar: Ahmet Hamdi Tanpınar
Yayınevi: Dergah Yayınları
Baskı: 25. Baskı – Ağustos 2020
kapakta kullanılan fotoğraftaki kitaptan alıntı olarak kullanılmıştır.
Σχόλια