MEKTUPLAR - MUSTAFA KEMAL ATATÜRK
- kirmizicantaliavukat
- 2 Kas
- 6 dakikada okunur

YORUMLARIM:
Mustafa Kemal Atatürk’ün 1912-1937 yılları arasında yazmış olduğu bazı mektupların konu edildiği eserde, ülkemizin içinde bulunduğu durumlara karşı Atatürk’ün düşünceleri ve tavırları doğrudan kendi ifadeleriyle görülmektedir.
Osmanlıda askerlik vazifesini icra ederken dikkat çekmeye başladığı mektuplardan belli olan Atatürk, hükümetle ters düştüğünü sık sık dile getirmektedir. Buna karşın alıntılarda da görüldüğü üzere, Kurtuluş Savaşını başlatan Samsun görevlendirmesinde hükümetin hatta padişahın bizzat çok etkisi olduğunu kendisi de mektuplarında ikrar etmiştir. Aksi halde, akıbetinin diğer üst düzey yetişmiş subaylara olduğu gibi İstanbul’da kodes hayatına mahkumiyete gittiğinin kendisi de farkındadır.
Milli mücadele dönemlerinde ise, diğer yabancı devlet güçleriyle resmi bir sıfata haiz olmamasına karşın iletişime geçmeye başladığı da özellikle 1919’daki Sivas Kongresinden itibaren açıkça görülmektedir. Gerek Avrupalılar ile, gerek ABD ile ikili görüşmeler yürütmeye başlamış olması o dönemde özellikle İngiltere’nin dikkatini çekmiştir. Özellikle ABD ile ilişkilerini önemli seviyede ilerletmiş olduğu cumhuriyetin kuruluşundan sonra Roosevelt’e yazmış olduğu mektuptaki samimi ifadelerden açıkça anlaşılmaktadır.
Avrupalılar ile sürekli kapitülasyonlar üzerinden müzakere yapan Atatürk, bu hususta Fransız bir gazeteciye vermiş olduğu röportajda açıkça kapitülasyonların tartışmaya açık olmadığını iletmiştir.
Hilafete ilişkin ise, kısa bir süre zarfında fikir değişikliği gösteren Atatürk, bu konuda bazı kararları tek başına veremediğini mektuplarda doğrudan ifade etmese de, dolaylı olarak belirtmiştir. 1922’de hilafetin devamının, yürütme erkinin TBMM’de olduğu sürece bir sorun teşkil etmeden devam etmesi taraftarı olan Atatürk, 1924’te ise, bu düşüncesinin tam aksini farklı argümanlarla desteklemeyi tercih etmiştir. Netice olarak, yeni kurulan bir cumhuriyetin dünyanın diğer büyük güçlerine karşı tekrar tehdit içermesinin en önemli yöntemlerinden birisi olan hilafeti, devletin devamlılığı için o süreçte lağvettiği hissedilebilir. Bu hususta özellikle, yabancı gazetecilerle yapmış olduğu röportajlardaki 11 ve 18 numaralı alıntılardan da görüleceği üzere, kendisine oldukça baskı yapıldığı aşikardır.
Sıkça tartışılan hususlardan birisi olan Atatürk’ün hastalık yıllarında yabancı doktorlara karşı özellikle şüpheli yaklaştığına dair duyumların kaynaklarından birisi olan ve özellikle Haziran-1938’de yazılmış olan mektupta, kendisinin oluruna dahi ihtiyaç duyulmadan doktor getirilmesine tepki göstermiştir. Hatta doktorların kendisine hatalı teşhisler koyduğunu da belirtmiştir. Ancak eserde, bu konudaki diğer tartışmalı mektuplara yer verilmemesi söz konusu olaya dair bazı şüphelerin giderilmesi konusunda katkı sağlayamamıştır.
Belirtilmesi gereken bir diğer husus ise, Atatürk’ün özellikle 1922’deki bir mektubunda Türk milleti yerine Türkiye halkı kavramını kullanmasıdır. Bu kavramın, özellikle cumhuriyetin kuruluşundan sonra, ülkemizdeki birçok etnik grubun ayaklanmasına dayanak olması sebebiyle, Türk milleti kavramı Anayasamıza eklenmiş ve tanımı yapılmıştır. Ancak, cumhuriyet kurulmadan yüzlerce yıldır Anadolu’nun Türkiye olarak adlandırıldığı ve Türkiye ifadesinin cumhuriyetimizin kuruluşundan önce de açıkça kullanıldığı görülmektedir.
Eser, işlemiş olduğu konuları genel olarak yüzeysel biçimde bilinen mektuplarla işlemesi sebebiyle, Atatürk’ün hayatına dair detayları merak eden okuyucuları bu hususta fazla tatmin etmeyecektir. Özellikle, günümüzde de tartışılan bazı hadiselerin arka planlarına dair çok az mektuptan yararlanıldığı ve bazı mektupların genel geçer ifadeler barındırması sebebiyle alternatiflerinden faydalanılmasının daha isabetli olacağı açıktır. Belirtilen sebeplerle, bu konuda daha fazla kaynak araştırması yapılarak Atatürk’ün diğer mektuplarının da özellikle incelenmesi gerektiği aşikardır.
Sonuç olarak, ülkemizin kurucusu Başkumandan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün hayatına dair genel hususlarda hem hatırlatma mahiyetinde hem de somut veriler sunan eserin incelenmesinde fayda vardır. Ancak daha detaylı bilgi edinmek için ek kaynaklardan yararlanılması gerektiği aşikardır.
ALINTILARIM(*):
Psikolojik bir hadisedir ki insan, hayatta bazı dostluklar elde etmek için fevkalade çalışmak ve fedakarlıklar yapmak zorundadır. (1915)
İstanbul umumiyetle Şarkta İngiliz siyasi memurlarının Türkleri tanımakta ve Trakya hakkında takip ettikleri siyasette yanlış yola gittiklerini ve bunda İstanbul muhiti ile Osmanlı Hükümet Merkezinin zararlı amil (sebep) olduklarını ilave etmişti. Amerika Tahkikat Heyeti Reisi General Harbord ile Sivas’ta uzun uzadıya vuku bulmuş olan görüşmemizde müşarünileyhin (söz konusu kişinin) ve şarkta bulunan büyün Amerikalıların lehimizde olduğu anlaşılmış ve sonradan alınan mevsuk (güvenilir) malumattan raporun lehimize olduğu anlaşılmıştır. Yalnız, Amerika ahalisi senelerden beri aleyhimizde işittikleri propagandanın tesirinden kolaylıkla kurtulamayacakları itiraf olunmuştur. Avrupalıların Türkiye hakkındaki niyetleri memleketimiz üzerinde azami derecede ve daimi emin bir surette menfaatlerinin temini merkezindedir. Menfaatlerine uygun zemini hazırlamak ve temin etmek için dayanmak istedikleri sebep ve bahaneler: Osmanlı Hükümetinin aczi ve azınlıkların korunması için teminat. (1919)
Annesi Zübeyde Hanıma yazdığı mektupta “Biliyorsunuz i İstanbul’da iken yabancı devletler, devleti ve ulusu fevkalade sıkıştırmakta ve millete hizmet edebilecek ne kadar adamımız varsa hepsini hapis ve tevkifle, bir kısmını da Malta’ya sürerek herkesi sıkıntıya sokmakta pek ileri gidiyorlardı. Bana nasılsa ilişmemişlerdi. Fakat 3. Ordu Müfettişi olarak Samsun’a ayak basar basmaz İngilizler benden şüphelendiler, hükümete benim gidiş nedenimi sordular. Nihayet İstanbul’a çağrılmamı istediler, bunda ısrar ettiler. Hükümet de beni kandırarak İstanbul’a gelmemi ve İngilizlere teslim olmamı sağlamak istedi. Bunun derhal farkına vardım. Padişahımıza gerçek durumu yazdım ve gelemeyeceğimi bildirdim. Zatı şahane de önce uygun buldu. Fakat daha sonra İngilizlerin baskısı artmıştı. Sonunda o da İstanbul’a dönmemi emretti.” (1920)
Bu fırsattan istifade ederek ABD hakkındaki hayranlığımı tekrar bildirmek istedim, bilhassa ki, bizim iki memleketimiz, umumi sulh ve insanlığın saadetini istihdaf eden (öncelik haline getiren) aynı ideali gütmektedir. Vefakarınız. (1937)
Ben icap ettiği zaman en büyük hediyem olmak üzere Türk milletine canımı vereceğim (1937)
Vazifem şudur: Bence doktorların yanlış görüş ve hükümleri sebebiyle hastalık durmamış, ilerlemiştir. Vakitsiz ayağa kalkmak, yürümek hususiyetiyle burunda yapılan atuşman (birtakım solüsyonlarla bademcik dokusuna doğrudan pansuman yapmak) üzerine gelen kusma neticesi, yapılan istirahatleri hiçe indirmiştir. İstanbul’a gelince, hükümet onayımı almaya lüzum görmeden Fissenger’i getirtti. Yeniden tetkik, muayene yapıldık. Karaciğeri eski halinden farksız ve karnı birkaç kiloluk birikmiş ve su ve gaz dolayısıyla şişkin ve defigüre (şeklen hasar görmüş) bir halde buldular. Şimdilik 15 Temmuza kadar yeni tiretman (tedavi) ve yeni rejim altında kesin istirahati zaruri buldular. (1938)
Kan dökmeye taraftar olmayan milletimiz hakkı teslim ve vatanı derhal tahliye dildiği takdirde sulh ve müsalemet müzakeratına (karşılıklı barış içinde olmaya) hazırdır. Bu müzakeratın doğrudan doğruya Yunan hükümetiyle icrasını tercih ederiz. Amerika’nın tavassut-ı hayırhaha (iyi niyeti) ve insaniyetkaranesini (insanlığa yaraşır tavrını) dahi memnuniyetle karşılarız.
Bana, Avrupalıların ve bilhassa Fransızların doğudaki menafiinden (menfaatlerinden) bahsediyorsunuz Her şeyden evvel şurası bilinmek lazımdır ki Büyük Millet Meclisi Hükümeti kapitülasyonların ipkasını (bırakılmasını) asla kabul etmeyecektir. Şayet tebaa-i ecnebiye (yabancı devletler) eskiden olduğu gibi bundan sonra da kapitülasyonlardan istifade etmeyi düşünüyorsa aldanıyor. Kapitülasyonlar bizim için mevcut değildir ve asla mevcut olmayacaktır. Fakat Türkiye’nin istiklali her sahada tamamen ve kamilen (eksiksiz) tasdik olunmak şartıyla kapılarımız bütün ecnebilere genişçe açık olacaktır.
Yirminci asırda bizim elimizden hürriyetimizi alıp başkalarının hakimiyetini iade ve tesis etmek olamaz. Hilafeti muhafaza edeceğiz. Şu şartla ki Büyük Millet Meclisi ve millet halifenin istinat edeceği bir mesnet ve kuvvet olacaktır. Hilafet konusunda şimdiki usulün muhafazası müreccah (tercih edilir) zannındayım. Çünkü en sade ve en sehlüttatbik (kolay uygulanabilen) yol budur. Esasen bu mesele yalnız Türkiye’ye ait olmayıp bütün Alem-i İslam’ı alakadar eden bir meseledir. (1922)
Türkiye halkının mukadderatına bizzat vaz’ülyed (el koyma) suretiyle teessüs etmiş (kurulmuş) bulunan TBMM hükümeti ve yine herkesin sarih (açık) olarak bilmesi lazımdır ki bugünkü Türkiye halkı asırlarsa kendi iradesini başkasının elinde görmeye tahammül edecek bir halk değildi ve asıl bilinmesi lazım gelen cihet (nokta) bugünkü Türkiye halkının ve hükümetinin aşırı emel peşinde koşup kendi evini unutan ve harap bırakan sergüzeştçi insanlardan olmadığıdır. (1922)
Erkanı Harbiye-i Umumiyede vicdanlarına emin olduğum rüesaya (reislere) maksadımı anlattım ve icraatımın suubete (zorluğa) uğratılmaması için mümkün olan muavenetlerini (yardımlarını) rica ettim. Vapura binmeden evvel Bab-ı Ali’ye uğradığım zaman Yunanların bu tecavüzün gaflet içinde haber alan Heyeti Vükela hal-i içtimada bulunuyordu. (1921)
Ancak kendilerinden sonrakileri düşünebilenler, milletlerini yaşamak ve ilerlemek imkanlarına nail ederler. Kendi gidince terakki ve hareket durur zannetmek bir gaflettir.
Dünyada ve dünya milletleri arasında sükun ve iyi geçim olmazsa, bir millet kendisi için ne yaparsa yapsın huzurdan mahrumdur.
Bütün dünya hadiseleri bize bunu açıktan açığa isabet eder. En uzakta zannettiğimiz bir hadisenin bize bir gün temas etmeyeceğini bilemeyiz. (1937)
Hilafet, zamanımızda artık yeri olmayan mazinin bir efsanesinden ibarettir. Tunuslular, Mısırlılar, Hintliler ve diğer Müslümanlar, İngiliz ve Fransız hakimiyeti altında bulunuyorlar. Yeni bir halife yakında Kahire’de tayin olunacaktır. Herhalde Türkiye dini mazisinden kemal-i sarahat (bütün açıklıkla) ve katiyetle katı alaka etmiş ve her nevi müşkülattan azade olarak tarik-i terakkide (ilerleme yolunda) yürüyor. (1924)
DEĞERLENDİRMELERİM:
Konu: Eserde, ülkemizin içinde bulunduğu durumlara karşı Atatürk’ün düşünceleri ve tavırları doğrudan kendi ifadeleriyle görülmektedir.
Üslup: Eserin türü uyarınca mektup derlemelerinden meydana gelmesi ilk bakışta edebi yönden beklenti olmasının önüne geçse de, Atatürk’ün birçok dile hakimiyeti sebebiyle edebi üslubunun da oldukça üst düzeyde olduğunu göstermektedir. Yazmış olduğu hem teknik hem de siyasi meselelerdeki düşüncelerinin detaylı tasvirleri okuyucusuna Atatürk’le doğrudan muhabbet etme hissiyatını yaşatmayı başarmıştır.
Özgünlük: Eser, niteliği itibariyle bu kategoride değerlendirilmeyecektir.
Karakter: Eser, niteliği itibariyle bu kategoride değerlendirilmeyecektir.
Akıcılık: Türü itibariyle, sürükleyici bir yapıya sahip olmayan eserin, üslup bölümünde belirtilen hususlar dikkate alındığında akıcı bir anlatıma sahip olduğu söylenebilir.
Genel: Yukarıda belirtilen kriterler uyarınca 10 üzerinden gerçekleştirilen değerlendirmede:
Konu: 8
Üslup: 8,5
Akıcılık: 7,5
puanlarını alan eserin genel ortalaması 8 puandır. Mektup yazılarının derlemesi olmasına karşın 8 barajına ulaşmayı başaran eserin, Atatürk’ün hayatına dair bazı merak edilen hususlarda fikir vermesi sebebiyle kesinlikle incelenmesi gereken kitaplardan birisi olduğunun ifade edilmesi gerekmektedir. Ancak, yayıncının seçmiş olduğu bazı mektupların daha detaylı anlatımlara sahip olması halinde eserin, Atatürk’e dair daha fazla bilinmeyeni ve merak edilen hususları ortaya koyma ihtimalinin önüne geçildiğinin de belirtilmesi gerekmektedir.
(*) : Alıntılarım başlığındaki bütün kısımlar:
MEKTUPLAR
Yazar: Mustafa Kemal Atatürk
Yayınevi: Dokuz Yayınları
Baskı: 3. Baskı – Kasım 2021
kapakta kullanılan fotoğraftaki kitaptan alıntı olarak kullanılmıştır.




Yorumlar