YORUMLAR:
Yazar Arthur Schopenhauer'in deneme niteliğindeki eserde, birçok açıdan birey olarak gelişmenin ve ilerlemenin yöntemlerine değinilmiştir. Yazar eserinde, eski düşünürlerin konuya ilişkin görüşlerinden de alıntılar kullanarak bazen onların fikirlerini desteklemiş ve üzerine eklemeler gerçekleştirmiştir. Kimi zamansa, bu görüşleri yine belirtmiş ancak kendi görüşündeki birtakım farklılıkları dile getirmiştir.
Eserde, alıntılar bölümünde de görüleceği üzere, dikkat edilmesi gereken birçok görüş mevcuttur. (Burada yorumlanan birtakım alıntılar ile yorum cümlelerinin sonunda numaralı olarak kodlama gerçekleştirilecektir.) Ancak bunların tamamına katılmak şahsımca pek mümkün değildir. Örneğin yazarın cinsel onur üzerine kaleme almış olduğu kısımda gerçekleştirilmiş olan erkeklik ve kadınlık onuru bölümü, kadınların o zamanın şartlarında tamamen erkeğe bağlı bir canlı olarak tasvir edilmesini ve bu düzenin kadınların talebi ile gerçekleştiğine dair görüşleri ifade etmektedir. (1) Belki o zamanın dünyasında kadınların çalışmadığı için erkeklere bağlı bir yaşam sürmek zorunda olması günümüze oranla çok daha fazladır. Fakat yazar, kadınların cinsel onuru kullanarak toplumda meydana gelen evlenmeden önce birlikte olmamak ve tek eşlilik kavramlarının bu sebeple önemsendiğini ifade etmektedir.
Yine yazarın katılamadığım görüşlerinden hatta eleştirdiğim görüşlerinden birisi ise, hayatında kendisini büyük işler gerçekleştirmeye adamış olan insanları budala olarak nitelendirmeye varan cümleleridir. (2) Bu konuda öncelikle yazarın tamamen Avrupalı bir bireyselcilik görüşüne büründüğü ve başarıya ulaşmanın çok zor olması sebebiyle insan hayatının buna adanmaması gerektiği kanaati mevcuttur. Fakat bu durum, toplumsal açıdan kitlenin faydasını düşünen insanlar için gerçekleştirilmeye çalışılan bir hedeftir. Bu yönde bir hedef olmadığı takdirde, birçok mucidin, siyasi liderin gerçekleştirdikleri göz önüne alındığında yaşamlarının sonuna kadar gayret ederek bunları gerçekleştirme motivasyonları olmazdı. Eğer yazarın sahip olduğu gibi bireyselcilik anlayışına sahip olunan bir dünyada yaşansaydı, bu durumda birçok yenilik de henüz gerçekleştirilmemiş olma tehlikesi ile karşı karşıya kalırdı. Çünkü gerçekleştirilmesi hedeflenen büyük hedeflerde önemli olan hedefin gerçekleşerek ülkeye veya belirli bir kitleye faydalı olması saikidir. Bu kimi zaman daha milliyetçi bir alana hitap etmesi anlamına gelirken kimi zaman ise, bütün insanlığı kapsayan bir hedeftir. Bu sebeplerle, bu tarz kendini adayan sanatçı, bilim insanı ya da liderler, karşılarına normal insanlardan daha fazla engel ve zorluk çıkacağını bilse de hedeflerinden vazgeçmemektedir. Çünkü asıl amaç, bu çabayı veren insanın sadece bu hedefe ulaşması değildir. Gerekirse kendi hayatında bunu gerçekleştiremese bile kendisinden sonraki neslin daha hızlı ulaşabilmesi için o zorluklara göğüs germesi ve çaba göstermesidir. Neticede, yazarın bu husustaki görüşlerine katılmamakta hatta tam aksini iddia edip yazarın dediği gibi daha zor ve bireyselci bir bakış açısından mantıksız olsa da insanlık ve ülkesel çıkarlar için büyük işler gerçekleştirme hedeflerinin gerekli ve önemli olduğunu düşünüyorum.
Yazarın katılmadığım en önemli görüşlerinden bir diğeri ise, dünyaya hükmeden 3 gücün içinde şansın, akıllılık ve güçlülük unsurlarından çok daha önemli bir niteliğe sahip olmasıdır. (3) Hatta yazar bu konuda, yaşamı geminin rotasına benzetmekte ve rüzgarın da ne kadar emek sarf edilirse edilsin lehimize olması gerektiğini ifade etmektedir. Ancak, hedefi olan bir geminin asıl amacı, koşullar ne olursa olsun varması gereken yere ulaşmasıdır. Şans etmeni burada kişileri yavaşlatabilir ancak rüzgarı belirleyebilmek ve arkasına almak için öncelikle insanlar akıllı bir şekilde yılmadan mücadele etmelidir. Akıllı bir çalışmanın neticesinde zaten şansın da yaver gitmeye başlama ihtimali gittikçe artacaktır. Bu sebeple, dünyaya hükmeden en önemli unsurlardan birisinin kararlılık ve akıllı bir şekilde çalışmak şeklinde özetlenmesi daha isabetli olacaktır.
Yukarıda bahsedilen hususların dışında, eserin dikkate değer ve gündelik hayatta kullanılması gereken önemli değerlendirmeleri de mevcuttur. Bunlardan önemli görülenleri yine aşağıda belirtilmiş olmakla birlikte, insanların hayata bakışlarının onların kavrama yetisi kadar olması gerçeği hepimizce bilinen bir gerçektir. (4) Yine, yazarın boş zamanlara ilişkin görüşleri de günümüzde birçok kişi tarafından kabul edilmeyecek olsa bile gerçek anlamda dikkate değerdir. (5) Son olarak yazarın onur ve üne ilişkin kıyaslama ve detaylı değerlendirmeleri de dikkatle incelenmesi gereken ve hayatta büyük işler başarmak isteyen insanlar için uygulanması gereken dersler ihtiva etmektedir. (6)
Her ne kadar yazara katılmadığım kısımları uzun ve detaylı açıklayıp katıldığım kısımları kısaca belirtmiş olsam da, katılmış olduğum görüşlerin detaylı bir şekilde alıntılarda bulunması sebebiyle üstlerinde durmadığımı belirtmek isterim.
Netice olarak, yazarın hayata ve insanlara ilişkin değerlendirmeleri ve gözlemlerinden oluşan eserin detaylı bir şekilde incelenip düşünülerek okunulması halinde hayata yön vermekte kolaylık sağlayan eserlerden birisi olduğunu söylemek gerekmektedir.
ALINTILAR(*):
Kolay şey değildir mutluluk, kendimizde bulmak çok zor, başka yerde bulmak imkansızdır.
Aynı dışsal olaylar ya da koşullar, herkesi bütünüyle başka başka etkilerler ve herkes aynı ortamda yine de başka bir dünyada yaşar. Çünkü ancak kendi tasarımlarıyla, duygularıyla ve istenç devinimleriyle doğrudan bir ilişki içindedir; dışsal olaylar ancak içsel olayların izin verdiği ölçüde o kişiyi etkilerler. (4)
Akıllı bir kafada ilginç bir biçimde görüşen aynı olay, sığ bir kafanın sıradanlığıyla kavrandığında, sadece günlük yaşamın yavan bir sahnesi olacaktır.
Sağlık tüm öteki dışsal mülkler karşısında öylesine ağır basar ki, herhalde sağlıklı bir dilenci hasta bir kraldan daha mutludur. Bir kimse kendisi için neyse, yalnız başınayken ona eşlik eden ve başka birisinin ona veremeyeceği ve ondan alamayacağı şey neyse, açıkça bu, onun sahip olabileceği şeyden ya da başkalarının gözünde olabileceği şeyden daha önemlidir.
Bizim elimizde olan tek şey, verilmiş olan kişiliği olabildiğince yararlı bir biçimde kullanmamız, yani sadece ona uygun çabalara girişmemiz ve o kişiliğe tam uygun bir eğitim türünü almaya çalışmamızdır; ayrıca başka türlerden kaçınmamız, demek ki bu kişiliğe uygun konumu, uğralıyı ve yaşam biçimini seçmemizdir.
Neşelilik doğrudan doğruya bir kazançtır. Yalnızca o, mutluluğun nakit parasıdır ve tüm ötekiler gibi sadece bir banka senedi değildir; çünkü yalnızca o, doğrudan doğruya şimdiki zamanda mutlu eder; bundan dolayı öz için en yüce mülktür, gerçekliği iki sonsuz zaman arasında bölünemez bir şimdiki zaman biçimindedir.
Epiktetos "İnsanları huzursuz eden olaylar değil, olaylar hakkındaki görüşleridir" demiştir. Ama genel olarak mutluluğumuzun onda dokuzu, yalnızca sağlığa dayanır: Sağlık her şeyi bir haz kaynağına dönüştürür; buna karşılık, sağlık olmadan, hangi türden olursa olsun hiçbir dışsal mülkten haz alınamaz ve öznel mülkler, zihnin, duygu durumunun, mizacın özellikleri bile hastalıkla azalırlar ve iyice körelirler.
Boş zaman, tam da Ariosto'nun dediği gibi, cahillerin can sıkıntısıdır. Sıradan insanlar sadece zamanı geçirmeyi düşünürler herhangi bir yeteneği olan kimse ise ondan yararlanmayı düşünür. Sınırlı kafaların, can sıkıntısına çok maruz kalıyor olmalarının nedeni, onların zihninin, istençlerinin konularının ortamı olmaktan daha fazla bir şey olmamasıdır. Bunun üstesinde gelebilmek için, istencin önüne, onu uyandırmak ve böylelikle bu konuyu kavrayacak zihnin de etkinliğe geçmesini sağlamak için, küçük, salt geçici ve gelişigüzel kabul edilmiş konular sürülür. (5)
Aristoteles'in Politika'da söylediği gibi "Mutlu yaşam, kişinin yeteneklerini engellenmeden işleyebildiği yaşamdır." Bu söz, Goethe'nin Wilhelm Meister'deki şu sözüyle uyum içindedir "Bir yetenekle, bir yetenek için doğan bir kimse, bu yetenekte kendisinin en güzel varoluşunu bulur."
Mutluluk öğretmeni Epikuros, insan gereksinimlerini doğru ve güzel bir biçimde 3 sınıfa ayırdı. Birinciler doğal ve zorunlu olanlardır: Bunlar, karşılanmadıklarında acı çekmeye neden olurlar. O halde bu sınıfa salt beslenme ve giyinme girer. İkinciler ise doğal ama zorunlu olmayanlardır. Bu da cinsel doyun gereksinimidir. Üçüncüler, ne doğal ne de zorunlu olanlardır: Bunlar lüks, zenginlik, şatafat ve gösteriş gereksinimleridir.
Zenginlik deniz suyu gibidir: Ne kadar çok içilirse, o kadar çok susanır. Aynı şey ün için de geçerlidir.
Kızlıklarında yoksul olan kadınların, zengin bir çeyiz getirmiş olanlardan daha talepkar ve daha savurgan olmaları da bu özellikle açıklanmalıdır; zengin kızların çoğu beraberlerinde sadece sermaye değil, bu zenginliğin korunmasına yönelik, yoksullarınkinden daha büyük bir gayreti, yani kalıtımsal bir dürtüyü de getirirler. Parayı kullanmasını bilen varlıklı bir kadın, onu sağduyulu bir biçimde harcar; buna karşılık, ancak evlendikten sonra eline para geçen bir kadın para harcamayı öyle sever ki, onu büyük bir savurganlıkla tüketir.
Gururun en kelepir türü ulusal gururdur. Çünkü bu gurur, kendisine kapılmış olanın gurur duyabileceği bireysel özelliklerinin yokluğunu ele verir; yoksa milyonlarca kişiyle paylaştığı bir şeye başvurmazdı. Önemli kişisel üstünlüklere sahip olan bir kimse, daha çok, sürekli gözünün önünde bulunduğu için, kendi ulusunun hatalarını en açık bir biçimde görecektir.
Cinsel onur, doğası gereği kadın ve erkek onuru olmak üzere ikiye ayrılır ve her iki tarafça da iyice anlaşılmış bir ortak bilinçtir. Erkek onuru büyük ölçüde daha önemli olandır: Çünkü kadın yaşamında cinsel ilişki esastır. Demek ki, kadın onuru, bir genç kızın kendini hiçbir erkeğe ve bir kadının da evli olduğu erkekten başkasına vermediğine ilişkin genel görüştür. Bu görüşün önemi şuna dayanır: Kadın cinsi erkek cinsinden her şeyi, yani arzuladığı ve gereksindiği her şeyi ister ve bekler; buna karşılık, erkek cinsi kadın cinsinden öncelikle ve dolaysızca, yalnızca tek bir şeyi ister. Bu yüzden, erkek cinsinin kadın cinsinden o tek bir şey, ancak her şeyin ve birleşmeden doğan çocukların sorumluluğunu üstlenmesi karşılığında alabileceği bir düzenleme yapılmıştır: Tüm kadın cinsinin refahı bu düzenlemeye dayanır. Bu düzenlemeyi gerçekleştirebilmek için, kadın cinsinin bir araya gelmesi ve ortak bilinci kanıtlaması zorunludur. Ama bundan sonra kadın cinsi bir bütün olarak ve beraberlik içinde, bedensel ve zihinsel güçleri doğal olarak daha üstün olduğu için tüm dünyevi mallara sahip olan, elindekiler aracılığıyla dünyevi malların mülkiyetine ulaşabilmek için, yenilmesi ve fethedilmesi gereken ortak bir düşman olarak erkek cinsinin karşısına çıkar. Evlilik dışı her türlü ilişkinin erkek cinsine kesinlikle yasak olmasına dayanan, tüm kadın cinsinin onur ilkesi, bu sonuca yöneliktir; böylelikle herkes bir tür teslimiyet olan evliliğe zorlanır ve tüm kadın cinsinin geçimi sağlanmış olur. Evlilik dışı bir ilişkiye girerek, bu eylem biçiminin yaygınlaşmasıyla, refahı tehlikeye düşecek olan tüm kadın cinsine ihanet etmiş bulunan bir genç kız, cinsinden dışlanır ve onursuzlukla damgalanır. (1)
Homeopati: Bir hastalığın, ona neden olan maddelerin çok küçük dozda verilmesiyle iyileştirileceği düşüncesine dayanan eski bir tedavi yöntemidir.
Onur, hakkımızdaki bilginin ulaştığı yere kadar uzanabilirken; ün ise, tersine olarak hakkımızdaki bilgiyi daha uzağa ulaştırır ve kendisinin gidebildiği yere kadar götürür. Herkesin onurlu olma hakkı vardır; üne ise yalnızca istisna kişiler sahip olur; çünkü yalnızca sıradışı başarımlar yoluyla üne ulaşılır. Bunlar da ya eylemler ya da yapıtlardır; buna göre, üne giden iki yol vardır. Eylemlerin yolunda götüren, öncelikle büyük bir yürektir; yapıtların yolunda ise büyük bir kafayla gidilir. Eylemlerin yalnızca anısı kalır, bu da giderek zayıflar, daha bozulur ve önemsizleşir, hatta tarih onu içine almaz ve fosil halinde sonraki kuşaklara aktarmazsa, yavaş yavaş unutulmak zorundadır. Buna karşılık yapıtların kendileri ölümsüzdür ve özellikle yazılı olanlar, tüm zamanlar boyunca yaşayabilirler. Eylemlerin bir başka dezavantajı da, öncelikle bu eyleme olanak vermesi gereken fırsata bağlı oluşlarıdır; bu yüzden, eylemlerin ünü onların salt içsel değerlerine değil, onlara önem ve parlaklık kazandıran koşullara da bağlıdır. Üstelik, savaşlarda olduğu gibi eylemler, salt kişiye ait olduklarından, bu ün daha az sayıdaki görgü tanığının anlatımlarına bağlıdır: Bu tanıklar her zaman bulunmazlar ve bulunduklarında da her zaman adil ve önyargısız değillerdir. Yapıtlarda ise durum tersinedir: Ortaya çıkma bir fırsata değil, onları ortaya koyana bağlıdır ve kendi başlarına ve kendilerinde ne iseler, kaldıkları sürece öyle kalırlar. Buna karşılık yargılanmaları zordur ve ne denli yüksek bir türden iseler, bu zorluk o denli daha büyüktür. (6)
Lessing "Kimi insanlar ünlüdür, kimileri de ünlü olmayı hak ederler" demiştir.
Hobbes "Zihnin tüm neşesi, tüm canlılık, insanın onunla kendini kıyaslayarak yüksek görebileceği bir kimsenin varlığına dayanır." demiştir.
Bir kimseyi kıskanılmaya değer yapan, yargı gücü bulunmayan kanırılmış büyük kitle tarafından büyük bir adam olarak görülmesi değil, onun büyük adam olmasıdır; sonraki kuşakların onun adını duyması değil, onun yüzyıllar boyunca korumayı ve üzerinde düşünülmeyi hak eden düşünceler üretmesi büyük bir mutluluktur. Ayrıca bu özelliği onun elinden alınamaz. Buna karşılık, hayranlığın kendisi asıl unsur olsaydı, hayranlık duyulan buna değer olmazdı. Demek ki, ölümden sonra süren ünün değeri onun hal edilmesindendir ve onun asıl ödülü budur.
Goethe "Bir beladan kurtulmak isteyen ne istediğini biliyordur; elindekinden daha iyisini isteyen ise, tamamen bakarkördür." demiştir.
Chamfort "Toplum, çevre, salonlar, dünya denilen şey, sefil bir tiyatro oyunudur; ilgi çekmeyen, yalnızca makineler, kostümler ve dekorlar sayesinde biraz tutunan kötü bir operadır." demiştir.
Genel olarak, en büyük ve en sık rastlanan budalalıklardan birisi, nasıl bir yaşam sürülürse sürülsün büyük işlere kalkışmaktır. Bu işlerde en önce, bütün ve eksiksiz bir insan yaşamı hesaba katılır; oysa buna çok az kişi ulaşır. Sonra, bu denli uzun yaşansa bile yapılan planlar kısa erimli kalır; çünkü uygulamaları daima sanıldığından daha çok zaman gerektirir, ayrıca bu tür işler, tüm insani olaylar gibi, başarısızlıklarla, engellerle o denli çok karşılaşırlar ki, çok nadiren sonuca ulaştırılırlar. Sonunda her şeye ulaşıldığında da, zamanın bizde yarattığı değişiklikler, hesaba katılmamış ve dikkate alınmamışlardır; yani ne başarının, ne de hazzın, yeteneklerimizi yaşamamız boyunca korumadıkları düşülmemiştir. Bir yapıtın ön çalışmalarıyla yıllarımızı harcamış, bu arada, bu yapıtı gerçekleştirecek gücümüzün farkına varmadan yitirmiş oluruz. (2)
Yaşam bilgeliğinin önemli bir noktası, biri diğerine zarar vermesin diye dikkatimizi biraz bugüne biraz da geleceğe yöneltişimiz arsındaki orantının doğruluğuna dayanır. Çoğu kimse, fazlasıyla bugünde yaşar, bunlar düşüncesizlerdir; bazıları da fazlasıyla gelecekte yaşarlar, bunlar da korkaklar ve endişelilerdir. Bir kimsenin doğru ölçüyü tutturduğu ender görülür.
Entelektüel açıdan yüksek bir insana, yalnızlık ikili bir yarar sağlar: Birincisi, kendi kendisiyle olmak ve ikincisi, başkalarıyla olmamak. Her toplumsal ilişkinin ne çok zorlama, eziyet ve tehlikeyi beraberinde getirdiği düşünülürse bu ikinci yararın değeri daha iyi anlaşılacaktır. "Tüm belalar, yalnız kalma yeteneğimizin olmayışından kaynaklanıyor" diyor La Bruyere.
3 tür aristokrasi vardır. 1. Doğuştan ve rütbeden gelen aristokrasi, 2. Para aristokrasisi, 3. Zihinsel aristokrasidir. Sonuncusu aslında en seçkin olanıdır, kendisine zaman tanındığında böyle olduğu açıkça görülecektir. "Ayrıcalıklı kafalar, prenslerle aynı düzeydedirler" sözü dahi aslında rütbe aristokratlarının kendi yetersizliklerinin farkında olarak zihin aristokratlarına karşı egolarını gösterme ve onları bir aşamadan sonra bastırabilme dürtüsü ile söylenmektedir.
Uyku önceden ödünç aldığımız ve bu yüzden, bir gün içinde tükettiğimiz yaşamı yeniden elde ettiğimiz ve yenilediğimiz bir parça ölümdür. Fransızca, uyku ölümden ödünç alınmış bir parçadır. Uyku, ölümden, yaşamın ayakta tutulmasını ödünç alır. Ya da, kendisi asıl borç olan ölümün, geçici faizidir. Faizler ne denli yüksek ve ne denli düzenli olursa, asıl borcun istenmesi de o denli gecikecektir.
Herkes, başkasında kendi olabildiği kadarını görür, çünkü onu ancak kendi zekası ölçüsünde kavrayabilir ve anlayabilir.
Bazı insanlar arasında, esas olarak çok çeşitli türde gizli egoist güdüye dayanan, ama yine de bir nebze hakiki ve sahici dostluk içeren bazı bağlar vardır; bu insanlar bu dostluk sayesinde soylulaşırlar ve bu noksanlıklar dünyasında, dost adını biraz olsun hak ederler. Bir dostun sahiciliğini sınamak için ciddi yardım ve önemli fedakarlık gerektiren durumların yanı sıra, en iyi fırsat, ona az önce karşılaşılan bir felaketten söz edildiği andır.
Aklı ve zekayı belli etmek, tüm ötekileri yeteneksizlikle ve budalalıkla suçlamanın yalnızca dolaylı bir yoludur. Üstelik, sıradan bir doğa kendi karşıtını gördüğünde isyan eder ve bu isyanın gizli kışkırtıcısı kıskançlıktır. Çünkü her gün görülebileceği gibi, insanlar kibirlerini doyurmayı her şeyin önüne koyarlar, bu da ancak kendi benliklerinin başkalarınınkiyle karşılaştırılmasıyla olanaklıdır.
Sadi, Gülistan'da şöyle der "Akılsız bir kişi, akıllı bir kişiye karşı, akıllının akılsıza duyduğu soğukluğun yüz katı daha fazla bir nefret duyar".
Konuşma sırasında ne kadar iyi niyetli olsa da, düzeltmeye yönelik her türlü hatırlatmadan kaçınılmalıdır: Çünkü, insanları incitmek kolaydır, onları iyileştirmek ise zor, hatta olanaksızdır.
Yargısına inanılmasını isteyen kişi, bunu soğuk ve ateşsiz bir şekilde yapmalıdır. Çünkü tüm şiddetlilik istençten kaynaklanır; bu yüzden söz konusu yargı, doğası gereği soğuk olan bilgiye değil, istence atfedilecektir. İnsanlarda asıl olan istenç olduğu ve bilgi ancak ikincil ve sonradan gelen olduğu için, istencin heyecanlanmasından kaynaklandığına inanılarak söylenenler o kadar tesir etmeyecektir.
Birinin yalan söylediğine inanılıyorsa, buna inanmış gibi yapılmalıdır: Bunun üzerine pervasızlaşır ve daha büyük yalanlar söyler ve foyası meydana çıkar. Buna karşılık, gizlemek istediği bir hakikati kısmen azından kaçırdığı fark edilirse, buna inanmamış gibi yapılmalı ve böylelikle, tüm hakikati söylemeye kışkırtılmalıdır.
Bir bilge dünyaya hükmeden üç güç vardır diyor çok haklı olarak; bunlar akıllılık, güçlülük ve şanstır. Sanırım bu sonuncusu dünyaya en çok hükmedendir. Çünkü yaşam yolumuz bir geminin rotasına benzetilebilir. (3)
Olgun adamın yaşam deneyimiyle ulaştığı ve bu yüzden dünyayı yeniyetmeden ve delikanlıdan başka bir gözle gördüğü şey, öncelikle önyargısızlıktır. Öncelikle şeyleri bütünüyle basit bir biçimde görür ve oldukları gibi kabul eder; oysa, delikanlının ve yeniyetmenin kendi yarattığı hayallerden, geleneksel önyargılardan ve tuhaf fantezilerden oluşan bir sanrı, gerçek dünyayı örter ya da çarpıtır.
DEĞERLENDİRME:
Konu: Eser, yazarın insanlarda gözlemleri ve olması gereken karakter niteliklerine dair görüş ve değerlendirmelerini ihtiva etmektedir.
Üslup: Üslup, yazar tarafından dikkat edilerek sade ve anlaşılır bir dil kullanılarak iyileştirilmiştir. Bunun yanında, bazı kavramların kimi yerlerde fazlaca kullanılarak tekrara düşülmesi söz konusu olduğundan okuyucu için dikkat dağınıklığına sebep olabileceği bölümlerinin olduğunun ifade edilmesi gerekir.
Özgünlük: Eser, konusu bakımından özgün olması gereken kitaplardan değildir. Konunun işlenişi bakımından özgünlük kriteri dikkate alındığında ise, yazarın alıntılar kullanması ve üslubunda sıra dışı unsurlar barınmaması, konunun özgün bir şekilde işlenmesini engellemiştir.
Karakter: Eser, niteliği itibariyle bu kategoride değerlendirilmeyecektir.
Akıcılık: Üslup, genel manada sade ve anlaşılır olup akıcılık unsuruna olumlu bir tesir bıraksa da, bazı yerlerin anlatımında tekrara düşülmesi, akıcılık unsuruna olumsuz etki eden unsurlar olarak göze çarpmaktadır.
Genel: Yukarıda belirtilen kriterler uyarınca 10 üzerinden gerçekleştirilen değerlendirmede:
Konu: 7
Üslup: 7.5
Özgünlük: 5
Akıcılık: 7.5
puanlarını alan eserin ortalama puanı ise, 6,75 puandır. Bu yönden 7 puan barajının biraz altında kalsa da, içerdiği önemli mesajlar ve dönemin aydınlarından kabul edilen yazar ile toplumun bakış açılarının değerlendirilmesi bakımından okunması tavsiye edilen eserler arasında yer almayı hak etmektedir.
(*) : Alıntılar başlığındaki bütün kısımlar:
YAŞAM BİLGELİĞİ ÜZERİNE AFORİZMALAR
Yazar: Arthur Schopenhauer
Yayınevi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
kapakta kullanılan fotoğraftaki kitaptan alıntı olarak kullanılmıştır.
Comments